Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Biz Avrupa’nın Hayranı Değil, Mirasçısıyız! (Kadro, Sayı 29, Mayıs 1934)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
onur

onur


Mesaj Sayısı : 124
Kayıt tarihi : 19/07/09

Biz Avrupa’nın Hayranı Değil, Mirasçısıyız! (Kadro, Sayı 29, Mayıs 1934) Empty
MesajKonu: Biz Avrupa’nın Hayranı Değil, Mirasçısıyız! (Kadro, Sayı 29, Mayıs 1934)   Biz Avrupa’nın Hayranı Değil, Mirasçısıyız! (Kadro, Sayı 29, Mayıs 1934) EmptyPaz Ağus. 02, 2009 2:20 pm

Şevket Süreyya


Biz Avrupa’nın Hayranı Değil, Mirasçısıyız!


Hüseyin Cahit Bey “Fikir Hareketleri” ile yeniden matbuat hayatına döndü. Filhakika bir bakışta bu dönüş, evvelâ bizzat Hüseyin Cahit Bey için tatmin edici mahiyette görünmeyebilir! Fakat biz bu kanaatta değiliz ve derhal şunu kaydetmek isteriz ki, bize göre Fikir Hareketleri, Hüseyin Cahit Bey’in fikri hayatının en uygun bir devamı ve -hattâ denebilir ki- bu hayatın en üstün eseridir. Yani -edebiyatçı Hüseyin Cahit Bey’i edebiyat tarihine bırakalım, fakat- fikirci Hüseyin Cahit Bey için Fikir Hareketleri kendisinin bütün telâkki cihazını, bütün idrak ufkunu en iyi aksettiren tam ve karakteristik bir şeydir.

Hattâ bir az dikkat olunursa görülür ki, yalnız nakilci ve tercümeci bir fikrî temele dayanan, zahiren Avrupaî fakat hakikatta müstaar şahsiyet hemen bütün Meşrutiyet münevverliğinin bariz karakteridir.1 Hattâ bunun böyle olduğunu işaret etmek, ne Hüseyin Cahit Bey’e, ne Meşrutiyet münevverliğine karşı bir tehzil manası da ifade etmez. Çünkü her telâkkiyi bir devrin şartlarile muhakeme etmeğe mecburuz. Bu itibarle Hüseyin Cahit Bey’in de her hangi bir yazısını, yahut her hangi bir fikrî vaziyetini tahlil ederken, kendisinin şahsını değil, daha ziyade, temsil ettiği fikrî karakteri ele almak bittabi en doğru yoldur. Zira Hüseyin Cahit Bey, meselâ bugünkü Türkiye’nin, yahut bugünkü dünya gidişinin şu veya bu meselelerini aksettiren bir fikir faaliyetinin değil, sadece kendi devrinin ve kendi zümresinin mümessilidir. O devir ki, kısaca, biz ismine Harp öncesi diyoruz ve o zümre ki harp öncesi Türkiyesinde sadece kör bir Avrupa hayranlığından, körükörüne bir Avrupa’ya intibak kaygusundan başka bir şey gütmemiştir.

***

Harp öncesi dünyasında Avrupa, hakikaten alemşümul bir üstünlüğün, erişilmesi kabil olabilen en yuca noktasına kadar varmıştı. Avrupa’nın bütün cihan üstündeki iktisadî ve siyasî hâkimiyeti, onun yine bütün cihana şamil fikrî tahakkümü ile tamamlanmıştı. Bu fikrî tahakküm karşısında baş eğen memleketlerin 2 okur yazarları için Avrupa’nın her fikrî telâkkisine aynen mutavaat etmek ileriliğin, terakki taraftarlığının tabiî bir zarureti olmuştu. Esasen harp öncesi devrinde bu gibi memleketlerde Avrupa aleyhtarlığı zaman zaman kara irticaın bayrağına yazdığı bir gerilik ve iptidailik hareketinden başka bir şey olmazdı.

Fakat şimdi yaşadığımız devir artık harp öncesi devri değildir ve bugünkü Avrupa artık, bütün cihana yayılmış mutlak bir siyasî ve iktisadî hâkimiyet üstünde mutlak bir fikrî hegemonyayı temsil eden harp öncesi Avrupası sayılamaz. Bugün artık Avrupa’nın siyasî ve iktisadî kurdeti gibi, en bariz Fransız ihtilâlinden biri bütün cihana yaydığı cemiyet görüşü de taarruza uğramış ve sarsılmaya başlamıştır. Ve düne kadar Avrupa’nın fikrî tahakkümüne boyun eğen geri memleketlerin yeni yetişen nesilleri bir taraftan Avrupa’nın siyasî ve iktisadî hükümranlığına diğer taraftan da bu hükümranlığın üstünde yaşıyan fikrî hegemonyasına karşı tam bir mücadeleye girişmişlerdir.

Yeni nesillerin bu mücadelesi iki taraflı bir mücadele olacaktır. Bir taraftan bu mücadele, dünkü müstemleke ve yarı müstemlekelerin yeni doğan inkılâpçı nesli ile dünün taarruz edilemez sanılan Avrupalı efendileri arasında cereyan edecektir. Diğer taarftan da ayni nesil, bizzat kendi kanından olan, fakat bütün firkî nesci Avrupa’nın her sahada üstünlüğünü mutlak ve cemiyet hükümlerini aynen hakikat saymıya alışan eski münevver nesle karşı bir şahsiyetleşme mücadelesi yapacaktır. Bu mücadelede eski neslin şiarı iki kelime ile hulâsa edilebilir: Avrupa hayranlığı! Yeni neslin şiarı da gayet basittir: Cemiyeti telâkki tarzında şahsiyetleşme!

***

“Fikir Hareketleri” mecmuasının 27’inci sayısında Hüseyin Cahit Bey’in bir yazısı “Avrupa’ya hayranlık” başlığını taşır. Bu yazı Kadro’ya bir cevaptır. Hüseyin Cahit Bey bu yazısında, bütün hayatına hâkim olan “garplılaşma” cehdini işaret ederek “Avrupa’ya hayranım ve isterim ki, bu his, bütün gençlerde, bütün memlekette taammüm eylesin” diyor. Hulâsa ve ilâve ediyor:

“Avrupa deyince tek bir mefhum anlaşılmaz. Bir zevk ve safa veya siyaset Avrupası var ki, benim hayranlığım bunlara değildir. Bir de bir ilim ve medeniyet Avrupası var ki, ben asıl buna hayranım. Ben öyle ümit ederim ki, Kadro’da tasrih ettiğim şu manadaki Avrupa’ya hayran olmak icap eder.”

Hüseyin Cahit Bey’in bu tasrihleri faideli olmakla beraber hiç bir zaman kâfi değildir. Hiç şüphe yok ki, bir üstün Avrupa vardır. Fakat bu üstün Avrupa ta merkantilizm devrinden beri kendi haricini soyan ve bilhassa makinalı sanayiin mahdut bir kaç memleketin inhisarı altında temerküzünden sonra bu soygunculuğunu maskeli, fakat vahşi bir siyasî ve iktisadî istismar sistemine kalbeden Avrupa’dır. Bu sisteme karşı bizim ancak kinimiz ve gayzımız vardır. Fakat bir de içtimaî fikirler Avrupası vardır ki, ona karşı da bizden hiç bir zaman mutlak bir mutavaat ve hayranlık istenemez. Bir içtimaî fikirler Avrupası ki, bütün fikri mesnetleri ya Fransız ihtilâlinin, ya onun bir reaksiyonu olan ilmî sosyalizmin doktrinleridir. O doktrinler ki, millet içinde sınıfların sınıflara tahakkümünden ve bazan maskeli, bazan maskesiz bir sınıf mücadelesinden başka bir şey anlatmazlar. Meselâ bir Fransız ihtilâli ki, “akl”ın, “ahenk”in zaferi namına işe başlamış ve insaniyete, ya sınıfların sınıflar, ya milletlerin milletler üstünde tahakkümü mücadelesinden başka bir şey vermemiştir.

Hayır! Hüseyin Cahit Bey’in Avrupa’yı tasrih ederken vuzuhu daha ileriye de götürmesi lâzımdır. Biz Avrupa’nın ne iktisadî, ne siyasî, ne ahlâkî bünyesinin, hattâ ne de fikirler manzumesinin hayranı ve takipcisi olamayız. Biz Avrupa’nın sadece tekniğinin ve ilim metodunun hayranıyız3 hattâ -daha doğrusu- hayranı da değil mirasçısıyız! Metot ve teknik ise tarihin her çağında bir medeniyetten, diğer medeniyete miras olarak intikal etmiş ve bu metodu ve tekniği tevarüs eden medeniyet kendinden evvelki medeniyetin her zaman zıddı ve düşmanı olmuştur.

Hattâ bir tevarüs işinde şimdi bizim ve bize benzer memleketlerin Avrupa’ya bir teşekkür borcu duyması varit değildir.

Çünkü Avrupa’nın yarattığı bu yüksek teknik ve yükset metot, munhasıran onun elinde toplanan teknik ve sermaye inhisarının (yani emperyalizmin) bir eseridir. Bu yüksek teknik ve sermaye ise her şeyden evvel bizim, yani asırlardan beri müstemleke veya yarı müstemlekeleştirilen geri memleketlerin ödediği fazla kıymetlerle beslenmiş ve üretilmiştir.4

***

Hüseyin Cahit Bey bizzat Kadro’nun da kendi ilmî malzemesinin Avrupa’dan almış olduğuna işaret ederek:

“Kadro, tarihte maddecilik müdafii değil midir? Bu mezhebi kendisi mi çıkarmıştır?” diyor.

Aşikâr bir şeydir ki tarihî maddiyetcilik Avrupaî bir mahsuldür. Fakat bu mahsul ilimde sadece bir metottan başka bir şey değildir. Eğer biz tarihî maddiyetçiliğin, muasır Avrupa nizamını mütaleaya tatbiki demek olan “ilmî sosyalizm”i de aynen alsak ve bunun hükümlerini bugünkü Türk cemiyeti için de aynen varit telâkki etseydik o zaman bizden evvelki neslin, yahut o nesle mansup muarızlarımızın hatasını aynen tekrar etmiş olur ve millî bünyeyi tahlilde hiç bir zaman şahsiyetleşemezdik. Çünkü malûmdur ki, Hüseyin Cahit Bey’in de dahil olduğu bütün o neslin münevverleri için Avrupa ancak kül halinde alınan bir şeydi.5

***

Mamafih Hüseyin Cahit Bey Kadro’nun tarihî maddiyetçilik metodundan istifadesini yalnız bir ilmî teknik meselesi olarak almıyor ve tarihî maddiyetçilik kelimeleri Hüseyin Cahit Bey’i de o nesle mensup bütün diğer muarızlarımız gibi ayni çıkmaza sürüklüyor. Öyle ya, mademki Kadro tarihin materyalist telâkkisine taraftardır, o halde neye komünist olmasın! Ondan sonrasi malûm: Hüseyin Cahit Bey de tıpkı kendi nesline mensup diğer muarızlarımız gibi Kadro’ya karşı millî hâkimiyeti müdafaa ediyor, proletarya diktatorasının aleyhinde bulunuyor, ferdin hakkı, hürriyet mefhumu, hulâsa her zaman her muarızımızın lâf olsun, kolaylık olsun diye sapıverdiği harcıâlem itham veya telmip yollarına kendini kapıp koyveriyor. Fakat muarızımızın bu bizim olmıyan, bize ait olmıyan ve bizimle alâkası bulunmıyan şeylerle bizleri itham etmek yollarına sapması ile beraber, iki tarafın ayni zemin üstünde karşılaşmak imkâni tabiatile bitiyor. Bu defada böyle olmuştur, her zaman olduğu gibi.

***

Biz tarihî maddiyetçiliği hiç bir zaman meselâ Türk inkılâbı hakkında hazır bir hüküm gibi almadık, fakat Hüseyin Cahit Bey’in mecmuasında Türk inkılâbı da, siyaseti ve fikri bizzat kendi memleketinde bile iflâs etmiş ve oradan çıkarılmış bir İtalyanın, (Fr. Nitti’nin) kalemile anlatılır.

Filhakika “Fikir Hareketleri” muayyen bir içtimaî mektebi temsil ve müdafaa etmediği ve bütün cehdi Avrupa’nın fikrî sermayesinden mümkün olduğu kadar fazla miktarını memleketimize nakletmek olduğunu söyler. Filhakika Avrupa’nın medoduna teknik bakımından fikir ve ilim malzemesine muhtacız. Fakat şu da aşikâr ki, inkılâp içinde bir Türkiye’nin yolunu aydınlatmak veya genç nesline sermaye olmak için bir Fr. Nitti’nin veya bir Comte Sforza’nın verebileceği hiç bir şey yoktur. Binaenaleyh “Fikir Hareketleri”nin muayyen bir içtimaî mesleği müdafaa etmediği iddiası da bittabi şayanı kabul değildir. Çünkü Hüseyin Cahit Bey de hattâ tercüme için intihap olunan şahsiyetler de, telâkkileri birbirinin ayni olan ve ayni içtimaî mesleği temsil eden ayni cinsten şahsiyetlerdir. Bu içtimaî mesleğe siyaset sahasında kısaca liberal demokrasi ve iktisadî sahada liberalizm derler ki her ikisi de yeni Türkiye’nin rejim ve devlet telâkkileri için daha uygun hiç bir fikrî malzeme nakledemez mi? İsmi Fikir Hareketleri olan bir mecmuanın, fikirlerin en hareketli devri olan bir inkılâp safhasında bir memleket gençliğine verebileceği şey ancak eklektizm, yahut daha doğrusu yalnız mesleksizlik ve hedefsizlik mi olmalıdır?


1. Harpten evvel Türk milletçiliğinin doğuşunda ve yeni neslin millî seciyesinin teşekkülünde öncülük yapan münevver şahsiyetleri burada istisna etmek ve onları ayrıca ve hürmetle anmak borcumuzdur. Bunlar filvaki içtimaî telâkki itibarile Avrupa’nın hâkim fikrî sisteminin haricine çıkamamışlar, fakat bu telâkkilerini millî bir mefkûrecilik unsuru olacak şekilde terkip etmek suretile ileri bir hareketin mümessilleri olmuşlardır.

2. Ki Türkiye bunlardan biri idi.

3. Kadro’nun bu sayısının baş yazısını teşkil eden konferansımızda da bu noktaya temas edilmiştir.

4. Bittabi izaha hacet yoktur ki, Avrupa’ya talebe gönderir veya Avrupa’dan profesör getirirken de bu mübadeleden beklediğimiz kısaca Avrupa’nın teknik ve metoduna tevarüs ve temellük etmektir. Yoksa bize, metodu ve tekniği değil de meselâ içtimaî rejimi getirmek isteyecek bir talebe veya profesör, Türkiye’nin millî dilekleri karşısında ne kadar hazîn, hattâ gülünç bir vaziyete düşer.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Biz Avrupa’nın Hayranı Değil, Mirasçısıyız! (Kadro, Sayı 29, Mayıs 1934)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bir Münakaşanın Manası (Kadro, Sayı 17, Mayıs 1933)
» Türkçe (Kadro, Sayı 9, Eylül 1932)
» Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)
» Kuvayı Milliye (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)
» Derebeyi ve Dersim (Kadro, Sayı 6, Haziran 1932)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Tarih :: Türk Devrim Tarihi :: Cumhuriyet'in İlk Yılları :: Kadro Yazıları-
Buraya geçin: