Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Kuvayı Milliye (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
onur

onur


Mesaj Sayısı : 124
Kayıt tarihi : 19/07/09

Kuvayı Milliye (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933) Empty
MesajKonu: Kuvayı Milliye (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)   Kuvayı Milliye (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933) EmptyPaz Ağus. 02, 2009 2:15 pm

Kuvayı Milliye

Biz rahat etmek istiyoruz.

İhtilâl kelimesi; bize, dağ, çarık, zor, angarya, Rusya’daki 1918, Türkiye’deki 1920 gibi geliyor.

Devletlerle dostuz.

İçeride ne hoca, ne papaz, ne de haham kavgası var. Köşe başında bir dükkân, han içinde bir oda, bir harman, bir ocak, bir fabrika, yahut bir tezgâh işleterek, veya Devlet kadrosunun bir basamağına tutunarak, bir İngiliz gibi, bir Fransız gibi ihtiyarlamak, az çok bir rant, az çok bir tekaüt maaşı ile yuvamıza çekilip uzanmak istiyoruz. Bize niçin boyuna Rusya’dan, İtalya’dan, Almanya’dan bahsediyorsunuz? Eğer benzemek için bir örnek lâzımsa, koskoca Amerika yahut avuçiçi kadar İsviçre neden gözünüzden kaçıyor? Haritaya bakarken, niçin, Avrupa’da, İsveç, Norveç, Danimarka ve Hollanda olduğunu unutuyorsunuz?

Yavaş yavaş tüccarlarımız da, sanayicimiz de, elektirikçimiz de, insanımız da, toprağımızda yetişiyor.

Siz, atını çatallatmaktan zevk duyan eski Bağdat tatarlarına benziyorsunuz.

İlle mahmuz ve kırbaçla oynamak istiyorsunuz. Bizi rahvan gidişimizde bırakınız. Ne faşistler gibi eski Roma’yı diriltmek, ne nasyonel-sosyalistler gibi Kayzer Almanyası’nı geri getirmek, ne de bolşevikler gibi yeni bir insanlık yaratmak davasındayız. Daha Ankara’yı bile kuramadık. Demiryolumuzu Erzurum’a bile yaklaştıramadık, daha kendi kendimizi bulamadık.”

Tanzimat ve Meşrutiyet böyle konuşuyor. Onların kocamış demogojisi böyle yarım sahife değil, bir cilt kitap doldurabilirsiniz.

İyi bir Tanzimat ve Meşrutiyet marşı da ancak şu cümle ile başlayabilir:

“Biz rahat etmek istiyoruz”

Ve şöyle uzatılabilir:

“Deri çarık değil, dövme köseleden papuç istiyoruz. Dekolte, ütü, çek, rant, asfalt, zil, kübik, klak, maroken istiyoruz.”

Anadolu kerpiçleri ve tezekleri içinden ütülü pantolunu, dövülmüş kösele papucu ile, pomadalı saçı üstünden rüzgâr kayarak, rast geldiğine eldiven markası, beyaz yelek biçimi sorarak, rahat marşı okuyup giden bu delinin karşısına ihtilâl kelimesi, bir azgın boğa gibi çıkıyor ve deli, azgın boğanın dumanlı soluğunu ensesinde duydukça, son ipliğine kadar ölüm titreyişi geçiren bir kırmızı İspanyol şalına dönüyor.

***

Genç Kemalist; istatokoçu, rahatçı ve rantçı Tanzimat ve Meşrutiyet efendisinin omuzuna vurarak:

-Korkma dinle; diyor. Biz Türkiye için bir örnek arasaydık, bu örnek Fransa da olsa, İsviçre de olsa, Rusya da olsa, Almanya yahut İtalya da olsa, ancak sizin gibi birer maymun ve sizin gibi birer papağan olurduk.

İmparatorluk Babıalisi Fransız demokrasisine hayranlığı yüzünden Türk yurdunu Madagaskar’a ve İngiliz çayırında otlaya otlaya onu Serendip’e çevire yazdı. Biz ne Mısır, ne Tunus, ne Trablus, ne de Fergana olmak istiyoruz. Artık idareleşip kaya gibi donan Fransız ihtilâlinin, kendi sıcak hamurunu şekilleştirmeğe uğraşan Rus ihtilâlinin, hepsinin bir ismi olduğu gibi, Türk ihtilâlinin de bir ismi vardır. Onun ismi Kuvayı Milliye’dir.

Ben Kuvayı Milliyeci’yim.

Kuvayı Milliye’de bir millî kurtuluş ihtilâlinin hiçbir unsuru eksik değildir. Şuuru tamamdır: Ne kurtaracağını, neyi ve kimi kurtaracağını, nasıl ve niçin kurtaracağını bilir. Kuvayı Milliye, coğrafiya için, Saray ve Kapı için değil, bir halk için dövüşen ihtilâlin adıdır.

Kuvayı Milliye, öz Türk halkından olmayanların hepsinin birden, onu iliklerine kadar emip sömüren düşmanlar veya parazitler olduğunu bilir. Kuvayı Milliye, Sarayı, Babıaliyi, Osmanlı Galatasını, Süleymaniye Camii’ni ve medresesini, Fener Kilisesi’ni ve mektebini, silindirli bankayı, hiç birini Anadolu anasının karnındaki çocuk mayasına saplanan süngüden ayırt etmez. Kuvayı Milliye için, “millî” demek, büyük ihtilâl ihtirası ile yanıp kavrulmuş olan, olandan veya olanın demektir.

Millî; balık suda yaşar gibi, ancak bu toprakta yaşıyabilenlerin vasfıdır. Para, fikir, tezgâh, toprak, mal ve baca millî damgasını almak için, bu toprağı benimsiyenlerin olmalıdır.

Kuvayı Milliye Türkiye’de birşey değil, Türk birşey, Türkiye’de rahat değil Türk’te rahat ister.

Kuvayı Milliye’nin gözünde hoca sarığı, papas cübbesi, sadrazam sırması, Galata redingotu, hepsi birbirine karışarak, alaca bulaca, fakat bir tek dokuma olur. Sınıfsızlık dâvâsının en iyi kelimesi, Kuvayı Milliye’dir.

O, halktan ayrı olarak yalnız onun kanından olmıyanlar, kanı bozulanlar, bir yatlar ve soysuzlar sınıfı görür.

Kuvayı Milliye, dövme kösele ister, son çobanının ayağına kadar.

Çek ve rant, asfalt ve zil, hepsini ister, son Anadolu köylüsüne ve köyüne kadar. Bütün bunları Anadolu çöllerinin ucundaki bir paravananın üstünde süs olarak değil, Mısır’da, Tunus’ta, Hint’te, ve Çin’de olduğu gibi, fakat bunları bütün memleketi kaplıyan bir manzara olarak ister.

Biz şahsiyetim, kendi’mim. Çünkü Kuvayı Milliye’yim. Her taklit, şahsiyeti kaybettirir. Taklitle insan kullaşır, toprak müstemlekeleşir.

İhtilâlci metot, ihtilâlci metot, bunu, ne Rus mağazasından hazır olarak alacağız, ne de Roma mağazasına ısmarlıyacağız. Bu metodu Kuvayı Milliye bilir. Hesap, kitap, herşey imkânsızlıktan dem vurduğu vakit, büyük davayı imkânlaştıran, Kuvayı Milliye’nin ihtilâlci metodu olmuştur. Kuvayı Milliye, bir milletin bütün enejilerini, kabiliyetlerini, varını yoğunu organize ederek imkânsızlığı başarır. İhtilâlci metodun ne demek olduğunu bilmiyenler, buna mucize derler; Mustafa Kemal, ona “Halk ihtilâlinin tabiî eseri” der.

“Kuvayı Milliye” için hiç bir millî iş çıkmaza giremez: Ne bütçe, ne zaman, ne kâğıt, ne de eleman çıkmazına!

Türkiye’yi halkı ile, köyü ile, kasaba ve şehri ile, yerinin üstü ve altı ile; topyekûn inşa etmek, kuruluş kavgasının en çetin tarafıdır. İnkılâpçı, bunu yakın ve kolay, idareci, bunu imkânsız değilse, yüzlerce sene uzakta görür. Sanki tarih, konsol saati gibi 1933 Mayısının ikinci gününün beşinde durup 2033 senesinin mayısının ayni dakikasında işliyecektir. Zaman araba ile yürürken biz geri kalmıştık. Zaman kanatlanmış uçarken, toprağı kanun, tamim, tebliğ mürekkebi ile sulayarak memleket fışkırmasını beklemek rüyası, Kuvayı Milliye’nin uykusuna girmez. Bu halkın bütün enerjisi, millî ve inkılâpçı bir Devlet ocağında toplandığı zaman, kurtuluş kavgasının bütün İzmirlerine, Akdeniz İzmirine olduğu gibi, seller gibi akılarak varılacağını Kuvayı Milliye bilir.

Benim marşım başkadır:

“Biz rahata varmak istiyoruz. Kısadan, tezden, keseden, Dumlupınar hamlesi ile varmak istiyoruz.”

İdareci, kendini taklit bürokrasi ile sımsıkı çevirmiştir. Millî cebi, bine böler. Millî gücü, milyona böler. Millî davayı, Galata kasalarındaki çeklere, bonolara ve cirolara böler.

İdareci bir ayağını hokkasına, ötekini kalemine bağlayıp:

- “Bakınız, nasıl yürüyebilirim?” diye, afal afal yüzünüze bakar.

Bir hokka mürekkepte boğulup bir kamış kaleme kakılan idareci ile, halk denizine dalıp halk şuuru ile kaynaşan inkılâpçı arasında yalnız görüş, düşünüş, duyuş farkı değil, cins farkı vardır.

Şimdi onlardan birinin bana bıyık altından güldüğünü hissediyorum:

- “Kuvayı Milliye ha?.. Fakat o zaman siz masa başında iken, biz yine dağlarda idik. Biz onu da biliriz.”

Kuvayı Milliye’nin içinde oldukları için, onu bildiklerini zannedenler, Napoleon’un ahçısından daha selâhiyetli değildirler!

Napoleon’un tarihçelerinde hiç biri imparatorun kursağına ne geçtiğini ahçısı kadar bilmez. Napoleon’un ahçısı, Moskova yangınında ancak, kaç dana pişirir ateş kuvveti olduğunu ölçebilirdi! Kuvayı Milliye’yi ancak kafa anlar, kafa görür, o kaynaktan ancak kafatası ile içilebilinir.

Kuvayı Milliye Türk milletinin bir kaos, bir oluş, bir tekevvün günü idi. Bu kaosun bütün müesseseleri hangi formalarda maddeleştirileceğini düşünüyorum ve bunun ismine “İnkılâbın ideolojisi” diyorum.

Bu ideolojinin her tarafında bin türlü münakaşa olabilir. Fakat şu var ki, Türk halkını ve toprağını, ancak, şimdi Büyük İsmet’in sözünü alayım,

“Kuvayı Milliyeciler ruhu” kurtarabilir.


Kadro, Sayı 16, Nisan 1933

Falih Rıfkı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kuvayı Milliye (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)
» Bir Münakaşanın Manası (Kadro, Sayı 17, Mayıs 1933)
» Türk Köylüsü Bir Toprak Reformu Bekliyor (Kadro, Sayı 21, Eylül 1933)
» Devletin Yapıcılık ve İdarecilik Kudretine İnanmak Gerekir (Kadro, Sayı 15, Mart 1933)
» Kapitalizm (Emperyalizm) ile Millet İktisat Rejimi ve Ferdiyetçilik ile Devletçiliğin Manaları (Kadro, Sayı 18, Haziran 1933)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Tarih :: Türk Devrim Tarihi :: Cumhuriyet'in İlk Yılları :: Kadro Yazıları-
Buraya geçin: