Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
onur

onur


Mesaj Sayısı : 124
Kayıt tarihi : 19/07/09

Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933) Empty
MesajKonu: Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)   Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933) EmptyPaz Ağus. 02, 2009 2:13 pm

Emperyalizm Şahlanıyor mu?

Emperyalizm1 tarihinin iki safhasında bilhassa müteaddîdir. Bu safhaların birincisi emperyalizmin doğuş çağı, ikincisi de çöküş ve dağılış safhasıdır.

Doğuş çağında emperyalizmin diri bir teaddisi vardır. Bu çağ, yeni kıtaların keşfi ve esir edilmesi kolay müstemlekelerin fethedilişi ile başlar. Vahşi bir korsan yağmacılığından, bir esir avcılığından başka bir şey olmayan bu ilk müstemlekecilik fütuhatı, on beşinci asrın ilk keşiflerinden tâ on sekizinci asrın son yarısına, hattâ son rub’una kadar uzanır. Bu arada Antiller’deki genç kızların sedef kolyalarından başlayarak Aztek mabetlerine, Venezuella’daki yerli mezarlarını ve nihayet Hindişarkî adalarına ve Hindistan hazinelerine kadar her şey ve her yer son kıymetine kadar yağma edildi. Sudan ve Nijerya, Avrupalı insan avcılarının esir avlağına döndü. Gine sahilinde esir limanları, Cenup Amerikası’nda esir pazarları peyda oldu. Atlas Okyanusu’ndaki korsan filoları için canlı insan ticareti, altın, fildişi ve bahârât alışverişinden daha kârlı ve daha tabiî bir meşgale oldu. On beşinci asır ortalarından veya en doğrusu on altıncı asırın başından on sekizinci asrın son rub’una kadar devam eden bu keşfiyat yahut yağma devri emperyalizmin ilk çağıdır.

Bu kudurgan fakat maskesiz yağma devrinde, papalardan prenslere, birer azılı korsan reisinden başka birşey olmayan müstemleke valii umumilerine ve nihayet Avrupa hapishanelerinden medâr ormalarına boşaltılan kara ruhlu hırsız çetelerine kadar her Avrupalı el ele çalıştı, daha sonraki Avrupa’nın iktisadî tefevvukunu ve nihayet kültür hegemonyasını teminden “ilk semaye terâkümü” yahut “ticaret sermayedarlığı” bu suretle vücut buldu.

***
Fakat bu ilk açık yağmalar, bu ilk müstemlekeleştirme fütûhâtı emperyalizmin ancak ilk ve çocukluk adımlarıdır. Onun asıl genç çağı, daha sonra, yani on sekizinci asrın son rub’unda ve makinaların icadile başlar. Emperyalizmin, meşruiyeti cebir ve zor ile bütün cihana kabul ettirilmiş cihanşümul bir nizam oluşu, bir iktisat ve siyaset sistemi haline gelişi ancak makinalarını icadından sonradır.

Makinaları icadı ve asırlık yağmaların, kanlı esir alışverişlerin biriktirdiği kanlı ticaret sermayelerinin sanayi sahasına akışı, emperyalizmin açık kudurganlığını derhal maskeledi. Korsanlığın, esir ticaretinin, mabet ve mezar soygunluğunun yerine, bütün mekanizması ucuz, yani maliyet fiyatından çok aşağı satın almak ve pahalı, yani maliyet fiyatından çok yukarı satmaktan ibaret olan bir avantür ticareti peydâ oldu. Sahnede korsanın, esir tüccarının ve hapishane kaçkınlarının yerini misyoner, bezirgân, komprador2 ve bunların ardından da içki ve fuhuş spesiyalistleri tuttu.

Evvelâ İngiltere’de ve sonra bütün Garbî Avrupa’da kurulan makinalı sanayiin ortaya döktüğü çok ve harcıâlem emtia dalgaları, bu defa yalnız yeni keşfolunmuş kıtaları kaplamakla kalmadı. Bu kıtalarla beraber uzak Şark’ın, yakın Şark’ın setlerini de zorladı. Tedricen yarı müstemlekeleşen Şark memleketlerinin de büyük limanlarından başlayarak dahilî merkezlerine doğru yayılan bu harcıalem emtia istilâsı her rastladığı yerde mahallî zanâatı, elişçiliğini, ev ve esnaf sanayiini adım adım körletti. Bu körlenen mahallî sanayiinin yerine Garp memleketlerinde olduğu gibi müterakkî manifaktür atelyeleri, buharlı fabrikalar tutacağı yerde, bilâkis, bütün vazifesi Garbın sanayii mamulâtına mütevassıtlık etmekten ibaret olan kötü bir çarşı alışverişçiliği tuttu ve Şark şehirlerinin bütün köşe başlarında vaktini güneşe karşı pineklemekle geçiren sefil aylak orduları peyda oldu.

Bütün mayası yağdan ibaret olan ilk ticaret sermayeleri üstüne şimdi de fabrikasını kuran Garp memleketlerinde sayin gittikçe kıymetlenmesine mukabil, iptidaî bile olsa kendi millî sanayiini kaybeden ülkelerde say gittikçe kıymetsizleşti. Hem evvvelcebirimi servetler, hem gittikçe ağırlaşan işlerin yarattığı yeni kıymetler görünür görünmez bin bir kanaldan yeni sanayi memleketlerinin sermaye piyasalarına akmağa başladı.

Her tarafta işgal kıtalarının, diplomasi hünerlerinin, misyoner oyunlarının bütün mevzuu, esası ucuz almak ve pahalı satmaktan ibaret olan bu yeni sermaye mekanizmasını müdafaa etmek ve meşru tanıtmaktan ibaret oldu.

Hülâsa, on altıncı asırdan on sekizinci asır ortasına kadar, Atlas Denizi ile büyük Okyanus ve Hint Denizleri arasında yaratılan esir müstemlekelere on sekizinci asrın sonları ile on dokuzuncu asrın ortasında da, Sarı Denizden Ege Denizine kadar uzanan yekpâre bir yarı müstemlekeler dünyası işte böyle ilâve olundu.

***

Eğer müstemlekeler yağma edilmeseydi ve eğer makinalar icad olunmasaydı bugünkü Avrupa vücut bulamazdı.

Müstemleke ve makina, son çağ ve asrı-hazır Avrupasının öyle iki eseridir ki eğer bugünkü Avrupa bu iki eserinden mahrum kalsaydı hiç şüphe yok ki meselâ, Londra’nın nüfusu halâ 157.500 kişiyi geçemez, Gal’daki maden ve Lankşir’deki mensucat kesafetinin yerinde halâ bir takım fakir çobanlar sürülerini dolaştırır, dururdu. Meselâ Midland Bank’ın yerinde halâ bir saraf dükkânı çalışır, Fransa’da yirmi dördüncü Lui hüküm sürer, Almanya’da -Karl Marks’a belki bir avukatlık düşer ve Ayinştayn nihayet bir ilmi-simyâ âlimi olur kalırdı.

Yahut eğer makina icat olunsaydı da müstemlekeler olmasaydı ve makina denilen şey, cihanın yalnız bir kaç noktasında değil de bütün ülkelerinde ayrı ayrı sanayıa tatbik olunsaydı cihanın manzarısı yine başka olurdu. Meselâ öyle olurdu ki, şimdi Kastamonu da yarım milyon insanı geçindien bir kendir sanayii halâ yaşar, Ilgaz köyleri büyük şehirlere hammal veya odacı ihraç etmezdi. Flandır (Fransa’da) deri ve Bartfort (İngiltere’de) tiftik sanayıından belki mahrum kalırdı amma, meselâ Ankara Yakın Şark’ta halâ dericiliğin ve sof dokumcalığı ile tiftik sanayıının merkezi kalırdı.

Liyon’da Bursa ipeklileri Fransız ipeklilerine halâ rekabet eder, İstanbul’da demir, Tokat’ta bakır işlenir, Türk limanları ile Arap ve Acem şehirleri arasında hâlâ zengin bir ticaret hareketi bu ülkelerin fazla kıymetlerini yine Türk, Arap ve Acem şehirleri arasında dağıtırdı.

Yarı müstemlekelerde meydan alan bu iktisadî sefalet müstemlekelerde ayrıca bir de ruh ve seciye sefaleti şeklini almazdı. Meselâ, Hindistan da fakirizm bu kadar inkişaf edemez, meydanlarda İngiliz askerlerine mucize gösterip mukabilinde tekme yiyen fakir dervişler Lâhur’da dokuma amelesi, Bengâl’de maden işçisi olur ve meselâ Gandi, yalınayak, başı kabak aç kalmak, yahut gümrüklerden tuz çalmakla ihtilâlcilik yapacağına ya hukuk, ya ticaret silkine intisap eder, hattâ belki de cemiyete faydalı bir adam olur giderdi.

***

Müstemleke ve makina emperyalizmin ilk ve genç çağının öyle iki unsurudur ki, bu iki unsur doğdukları günden beri içinde yaşadığımız cihanı:

1- Makinalı memleket ve müstemlekeli memleket

2- Makinadan mahrum memleket ve müstemleke memleket

diye iki ayrı ve birbirine zıt karargâha ayırmıştır.

Âlimler, filosoflar, cemiyeti akvâm politikacıları insanları ve memleketleri istedikleri kadar ya renklerine, ya dillerine, ya diyanetlerine göre tefrik ededursunlar. Yahutta istedikleri kadar desinler ki:

-İnsanlar hep kardaştır. -Bu vücudun ayrı ayrı azalarıdır. Aralarında ne renk, ne dil, ne de diyanet ayrılığı olamaz.

Fakat biz realitenin ancak gösterdiğinde ısrar eder ve deriz ki:

-Hayır. Siz ne derseniz deyiniz. Yeryüzüde insanlar muhakkak ki iki ayrı karargâha ayrılmıştır:

1- Makinaları, yani büyük sanayıı elinde toplıyan ve müstemlekeci karargâh.

2- Makinalardan, yani sanayıdan mahrum olan yahut müstemleke karargâh.

Bu iki karargâhın talii bu karargâhlar bâkî kaldığı müddetçe birbirine zıt ve birbirinden ayrıdır. Her karargâhın kendi içinde renk, dil ve diyanet ayrılıkları olabilir. Fakat tâli ve mukadderat ayrılığı hiç bir zaman yoktur.

Müstemlekeci karargâh her zaman istismarcıdır. İstismar onun hayat nizamında yaşar ve onun hayat usâresini teşkil eder. Bu istismarın mevzuu, cihanının bir kısmının her zaman sanayıdan mahrum, her zaman geri ve esir, yani her zaman müstemleke kalmasıdır. İstismara karşı isyan ise, sanayıdan mahrum, yahut geri veya müstemleke memleketin yine bünyesinde mündemiçtir. Bu isyanın şiddeti, dinlerin, hûrafelerin yahut sinirleri uyuşturucu tertiplerin tesiri altında bir zaman gizli kalabilir. Fakat müstemleke istismarı bâki kaldıkça mücadele asıldır.

İşte emperyalizm, sermaye, sanayı ve müstemleke hâkimiyetini elinde tutan mahdut memleketlerin, sermayeden ve sanayiden mahrum geri memleketler üstünde tesis ettikleri ve halâ da yaşatmak istedikleri teaddî ve istismar nizamının adıdır.

Buna karşı isyanı, müstemleke kayıklarının tasfiyesine, sanayıın bütün cihana dağılışını, hülâsa cihanın yeniden tanzimini hedef tutan mücadele nizamının da şimdi bir adı var:

Millî kurtuluş nizamı.

***

Müstemlekelerin istismarı hiç bir mukavemete uğramadan yolunda gittiği ve makinaların inkişafı arızasız devam ettiği müddetçe emperyalizm en makul bir nizamıâlem diye tanıtılıyordu. Hattâ bu nizamın ilmi ve ideolojisi bile kurulumuştu!. Bir kısım milletlerin diğer kısım milletler elinde esir olmasının ve esir yaşamasının meşru sebepleri âdeta ilmen ispat edilmişti. Zenciler, maymunlarla insanlar arasında âdeta bir “şebîhi-beşer” sayılmış, esmer insanlar da zencilerle beyazlar arasına yerleştirilerek:

Yüksek ırklar,

Ortanca ırklar,

Aşağı ırklar,

şeklinde ırklar hiyerarşisi doğurmuştu!.

Fakat buna rağmen bazı memleketlerde Çinli’lerin ancak köpeklerle bir tutulabileceği kabul olunarak hem Çinli’lerin hem köpeklerin parklara girmesi yasak ediliyor, yine bazı memleketlerde de köpeklerin beyaz insanlar yanında olmak şartile parklar, otellere ve lokantalara serbestçe girebilecekleri ilân olunarak bu defa da beyazlarla Çinliler arasında -Sahiplerine çok yakın saylıdıkları için- Avrupa’lıların köpeklerinden mürekkep yeni bir ırk kademesi daha teşkil olunuyordu. Maamafih şurasını da işaret edelim ki, kendilerine ancak yukardan aşağı bakılan ortanca ve aşağı ırklar, başkalarının kendilerine revâ gördükleri bu hâkir mevkie her nedense katlandıkları halde, yüksek ilmin yüksek ırklar serisine idhal ettiği medenî milletler arasında bu taksim yine kifayetsiz görüldü. Meselâ, Alman yüksek âlimlerine nazaran Almanları yüksek ırktan saymaktansa, asıllarını doğrudan doğrupa Allaha irca edip CERMEN=FEVKALBEŞER olarak tanınmak daha doğru ve daha ilmî görünüyor! Halbuki İngiliz yüksek âlimlerine nazaran ise, Cermenler, ancak Yamyamlar arasına konulmağa değer hakir ve pespâye şeylerdi. Yani emperyalizm ilmi, işin yalnız bu noktalarında her nedense o kadar katî değildi.

Maamafih İngilizlerle Almanlardan hangilerinin Yamyam ve hangilerinin Allahın öz çocukları olduğu hakikatı bir türlü anlaşılmamakla beraber, davanın diğer noktalarında her iki taraf tamamile mutabık kalmış ve bilhassa zencilerle Çinlilerin tamamile köpekten aşağı oldukları ilmen ispat edilmek suretile, bütün müstemleke halkları üstünde medenî milletlerin meşru tahakkümünde tamamile ittifak olunmuştu.

***

Fakat bugün hem makina, hem müstemleke isyan halindedir. Bazan renk, bazan dil, bazan din bakımından teyit olunan, bazan da:

-Bütün insanlar hürdür, müsavidir.

Mebdeinden hareket ettikten sonra her nasılsa, bir buçuk milyarlık müstemleke ve yarı müstemleke halkının nihayet iki yüz elli milyonluk sanayici memleketler hesabına çalışmasının insaniyet ve demokrasi prensiplerine gayet uyğun olduğunda karar kılan ilmî hakikatler de artık kimseyi tatmin etmiyor.

Şimdi bir taraftan makina kendi kesafetini yaptığı yerlerde, kendisini saran nizamın hukuk kayıtlarına karşı isyanını yapıyor, istihsal anarşisi istihsal fazlalığı, buhran, şomaj ve nizam hercümerci darbelerile çerçevesini kırmaya çalışıyor. Diğer taraftan makinadan ve sanayıdan mahrum memleketler de kendi makina ve sanayi hissesinin istiyor.

Sanayici memleketlerde makina çarklarının birbirini kırışı ve müstemleke memleketlerin müstemlekelikten çıkıp kendi sanayiini, kendi siyasî ve iktisadî istiklâlini kurmak savaşı, içinde yaşadığımız devri karakterize eden iki bariz harekettir.

Çünkü sanayici memleketlerde makina, artık anarşik bir iktisat nizamının çerçevesine sığamıyacak kadar büyümüştür, orada teknik tanzim olunmayı istiyor. Diğer taraftan müstemleke veya geri memleketlerde, her türlü içtimaî vasıflardan tecrit olunan, bizatihî makina, bizatihî kör bir teknik haline getirilen insan da, insan olmayı, sosyal kıymetler iktisap etmeyi eli altında tekniği bulundurmayı ve onu kullanmayı istiyor.

Bu iki isteğin ikisi de doğrudur, tabiîdir ve terakki eseridir. Tarihî bir seyrin mukadder bir zaruretidir.

Hülâsa şimdi Avrupa, çağırdığı cinlere artık bir türlü tehakküm edemeyen cinci gibi, kendi yarattığı kuvvetlerin pençesinde yine kendisi boğulmak üzeredir. Müstemleke istismarının tabiî bir reaksiyonu olan millî kurtuluş hareketleri bu nizamın bünyesinde tabiî buhranlarını yapıyor. Anormal sanayi kesafetinin bir suihazmı olan sınıf cidalleri de kendi tabiî bünye çöküntülerini doğuruyorlar.

***
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
onur

onur


Mesaj Sayısı : 124
Kayıt tarihi : 19/07/09

Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933) Empty
MesajKonu: Geri: Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)   Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933) EmptyPaz Ağus. 02, 2009 2:14 pm

Emperyalizm tarihin iki safhasında bilhassa müteaddîdir demiştik. Bu safhaların birincisi emperyalizmin doğuş çağı ve ikincisi de çöküş ve dağılış safhası idi.

Doğuş çağında emperyalizmin teaddîsi zâlimanedir, fakat diridir. Çöküş ve dağılış safhasında ise bu teaddî sadece sırnaşık bir eda alır. Bu teaddide artık, on dokuzuncu asır Avrupasının genç ve korkunç enerjisi yerine, hayatiyetten kalmış ve bütün zaafları demaske olmuş günahkâr bir ihtiyarın müfteris tehevvürü vardır.

Müstemleke ve yağma edebiyatı, bugünkü Avrupa’nın da yine destânı oluyor. Kilisede misyoner, sokakta demagog, tribünde diktatör ve perde arkasında politikacı yine müstemleke yollarını işaret ediyor. İtibarları kırılmış beynelmilel meclislerin kulisleri arkasında, tecavüz kastlarını maskelemeğe bile lüzum görmeyen bir takım mâcera adamları yine müstemleke avcılıkları peşindedir.

Fakat şunu da işaret edelim ki:

Geçen asırlarda Avrupalı istilâcının karşısına Çin’de muhabbet tellalı Mandaren, Hindistan’da uykuya dalmakta rekor kıran fakir, İran’da bir imtiyaz alışverişine bütün İran’ı satan müctehit, Balkanlar’da ise her Fransızca konuşan konsolos kâtibine bir HALASKÂR diye tapan tecrübesiz çoban çıkardı. Türkiye’de ancak kendini düveli-muazzama süferasının tercemanlarile hempâye tutan pespâye ruhlu bir Babı-âli makanizması ve bu makanizma arkasında da mukallit bir tatlısu münevverliği vardı.

Halbuki bugün yeni istilâlar peşinde taliini denemeğe çıkan her macera adamı bilhassa bilmelidir ki:

-Yeni yağma plânlarına mevzu yapılmak istenilen bu memleketlerde Avrupa istilâcılığını istihkar etme ruhu şimdi umumî bir ahlâk halindedir. Hakiki kaynaklarını millî kurtuluş mücadelemizin emperyalizme karşı isyan misalinden alan bu ahlâkı günden güne daha iyi benimseyen yeni bir nesil, emperyalizmin son ve kat’î tasfiyesi için her tarafta hazırlık ve tecrübe içindedir.

-Modern harp tekniği ise ancak mütecanis ve diri bir ordu için bir kuvvettir. Müteşettit ruhlu bir ordunun elinde bu teknik, o ordunun kendi kendisini yaralamasına yarar. Halbuki tezat, ruh teşettütü, yahut dağınıklık ve mefkûre ayrılığı bugünkü Avrupa’nın devâ bulamaz illetidir.

1. Burada emperyalizm kelimesi Kapitalizmin istilâcılık vasfının ifadesi olmak üzere kullanılmıştır. Kapitalizm bütün safhalarında istilâcıdır. İşte burada emperyalizm kelimesile ifade edilmek istenilen mana, onun bütün safhalarında şamil olan bu istilâcılık vasfıdır.

2. Komprador, Portekizce bir kelimedir. Müstemlekelerde ecnebi sermayesi nam ve hesabına çalışan ve kendi vatandaşları aleyhine ecnebi sermayesinin soygun ticaretine iştirak eden yerli mütevassıtlar manasına gelir.


Kadro, Sayı 16, Nisan 1933

Şevket Süreyya
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Kuvayı Milliye (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)
» Kapitalizm (Emperyalizm) ile Millet İktisat Rejimi ve Ferdiyetçilik ile Devletçiliğin Manaları (Kadro, Sayı 18, Haziran 1933)
» Bir Münakaşanın Manası (Kadro, Sayı 17, Mayıs 1933)
» Türk Köylüsü Bir Toprak Reformu Bekliyor (Kadro, Sayı 21, Eylül 1933)
» Devletin Yapıcılık ve İdarecilik Kudretine İnanmak Gerekir (Kadro, Sayı 15, Mart 1933)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Tarih :: Türk Devrim Tarihi :: Cumhuriyet'in İlk Yılları :: Kadro Yazıları-
Buraya geçin: