Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Bir Münakaşanın Manası (Kadro, Sayı 17, Mayıs 1933)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
onur

onur


Mesaj Sayısı : 124
Kayıt tarihi : 19/07/09

Bir Münakaşanın Manası (Kadro, Sayı 17, Mayıs 1933) Empty
MesajKonu: Bir Münakaşanın Manası (Kadro, Sayı 17, Mayıs 1933)   Bir Münakaşanın Manası (Kadro, Sayı 17, Mayıs 1933) EmptyPaz Ağus. 02, 2009 2:27 pm

Bir Münakaşanın Manası

Milliyet gazetesinin “Millici”si ile Kâzım Karabekir Paşa arasında başlıyan bir münakaşa, çok geçmeden, bütün Fırka matbuatını çevresi içine aldı. Tarihimizin en genç faslını geniş ve kucaklayıcı bir anlayışla, derinlik ve özlülükle iyzah etmek için, bu ne güzel fırsattı. Fırka matbuatına düşün şey, bir takım teferrüata sapmadan ve kronolojik mevzular üstünde çekişmeye dalmadan, Kâzım Karabekir Pş.’yı muayyen bir zihniyetin tipik bir mümessili gibi almak ve kendi imzası ile bütün illetlerini teşhir eden bu mümessilin şahsında, onun temsil ettiği zihniyeti, bir daha hortlamamak üzere, gömmek ve tasfiye etmekti.

Halbuki hiçte öyle olmadı. Hedef ve prensip meselelerinde daima zayıf ve daima dağınık kalan matbuatımız, bu davayı da -bermutat- daha ilk adımda bir tiraj meselesi haline sürükledi, daha ilk adımda, münakaşa, mukabil tarafın istediği teferruat hattı üstünde saplandı ve matbuatımız bu “teferruat üstünde çekişme”yi ya gizli ya âşikâr gene kendi namına istismar etmek için uğraştı durdu.

***

Karşı tarafın kendisini sürüklediği teferrüat cephesi üzerinde münakaşa kabul ettiği için bu cephe üzerinde saplanıp kalan matbuatımızın bu işte oynıyabildiği rol, sadece vakaiin naklinden ibaret kalmıştır. Vakaii yapmak ve yaratmak, büyük bir iştir ve büyük adamların işidir. Bu vakaiin lâalattayin nakil ve hikâyesi, hiçbir zaman bu yapılan ve yaratılan vakaie bir şey ilâve etmek değildir. Halbuki, bu tarihi münakaşada, inkılâp cephesini müdafaa etmek isteyen herkese düşen şey, bu vakaiin sadece nakli değil, iyzahı idi. Kaldı ki, bu vakaiin bizzat onları yapan tarafından inkılâp neslinin eline verilmiş öyle bir nakil ve iyzah numunesi vardı ki1, bu numunenin ebadını muhafaza edemiyecek bir nakilcilik’in münakaşayı takip eden inkılâp neslin nazarında evelden beğenilmeyeceği tabiî ve âşikâr idi. Netekim, öyle oldu. Üstünde durulması iycap eden en esaslı noktalar; ya bir kalem darbesi ile cerholunan yahut gelişigüzel toplanan bir takım hatıralar, hikâyeler ve kronolojik münakâşalar arasında kayboldu. Karşı tarafın, bilerek bilmeyerek, kendi imzası ile kendi aleyhine uzattığı, beri tarafın da kendi lehine ele aldığı en güzel vesikalar, fena yürütülen bir münakaşanın dağınıklığı ve tekniksizliği içinde harcanıp gitti.

***

Çünkü:

VESİKA, lâalattayin kullanıldığı zaman hiçbir şey ifade etmez. Bir davada vesika kadar mühim diğer bir şey vardır ki, o da, vesikanın kullanılış tarzıdır. Vakıa, vesika, hadisatın bir parçasıdır. Fakat biz bu parça ile bir “kül”lü, bir “bütün seyir”i iyzah mecburiyetinde kaldığımız zaman, ona, onun zahiri maddesinde belki de görünmiyen fakat zatında mutlaka mündemiç bulunan manayı izafe etmeğe, yani vesikanın kendisini iyzah etmeğe mecburuz. Aksi taktirde bu vesika, müdafaa etmeğe çalıştığımız davanın içinde tesirsiz veya hareketsiz kalabilir.

Çünkü “hadise” bir “seyir”dir, dinamik bir şeydir ama, vesika, ekseriya sadece bir “ân”ı statik bir vaziyeti aksettirir. Biz onu kullanırken onu “seyir”i içinde almaz, onun dinamik manasını mutalaa etmez, yani onu hadisenin bütünlük’üne bağlamazsak, bizzat vesikayı israf etmiş oluruz.

Meselâ, Kâzım Karabekir Pş.’nın Millî Mücadele’ye iştirak ettiği âşikârdır. O, bu iştirakini, binbir mektup, telgraf, ordu emri v.s. ile tevsik edebilir. Fakat bu vesikaların her biri Kâzım Karabekir Pş.nın mücadelenin her hangi bir ânındaki coğrafî mevkiini gösterebilir. Bu, mücadeleye sürüklenen Karabekir Pş.nın ruhu değildir. Maddesidir.

***

Çünkü:

Bir mücadeleye iltihak etmek, hiç bir zaman onu yaratmak değildir. Bir hareketi yaratmak, o hareketin bütün doğum ağrılarını önceden kendi ruhunda duymak demektir. Kâzım Karabekir Pş, ise, Millî Mücadele’ye iltihak etmiş, ona maddesini vermiş fakat ruhunu, her zaman tereddüdün ve opportünizmin elinde esir bırakmıştır. O, bu mücadeleye, itilmiş, bunun peşinden koşabildiği kadar koşmuş, fakat hiçbir zaman, nefsinde rütpesinden ve resmi salâhiyetlerinden geçmek feragatini gösterememiş, ruhunda kendinden bir inkılâp yaratmanın doğum ağrılarını, hiç bir zaman duymamıştır. Önceden kendi ruhunda ve sonra da hayatın seyrinde “herşeye ve herkese rağmen” yeni ve ileri bir inkılâp hamlesini, kendinden, hiç bir zaman şekilleştirmemiştir. Dün olduğu kadar bugün Wilson’cu olan Kâzım Karabekir Pş.nın İnkılâba ne vakit karıştığını ve ondan ne vakit uzaklaştığını, bahse mevzu etmemelidir. Çünkü onun filvaki maddesi Millî İnkılâbımız’ın bir safhasına sürüklenmiş, fakat ruhu ve zihniyeti, esasen o inkılâbın her zaman ardında ve haricinde kalmıştır.

***

Zafer, mühim birşeydir. Fakat bir zaferi Millet hamlesi hesabına istismar edebilmek, ondan da daha mühimdir. Tarih bize hayatlarında zaferler kaydetmiş bir çok kumandan isimleri verir. Fakat bütün son devrin insanlık tarihinde, bir zaferden bir Millet hamlesi yapmak kudreti, tek olarak GAZİ’nindir. Bir askerî siyasî zaferin gittiği ve bir inkılâp hamlesinin başladığı noktada ise, artık ŞEF doğmuş demektir.

Kâzım Karabekir Pş.nın kumanda kudreti veya askerî hareketlerinin kıymeti hakkında teknik münakaşalar yapılabilir. Fakat ona yabancı olan, asıl, ŞEFLİK vasfıdır. O, Millî Mücadele’nin bir devrinde, belki de kumandandı. Fakat ŞEF, hiçbir zaman olmadı.

***

Çünkü:

ŞEF, herşeyden evvel, hadisatın önünde giden adamdır. Önceden sezdiği, ön ayak olduğu cemiyet hadisesinin safhalarını bir kitabın yaprakları gibi perde perde açar, ve, o cemiyet hadisesinin her safhasına kendi damgasını vurur.

Bir cemiyetin her ferdi, o cemiyetin inkişaf istikametlerini ayrı ayrı seçebilir. Fakat bu seziş, bu fertlerden her birinin bir ŞEF olması için kâfî değildir. ŞEF, yalnız sezen değil, bu sezişleri kendi iradesinde merkezleştiren adamdır. ŞEF, her zaman mütaaddîdir. Fakat onun bu taaddisi, kendi ruhunun ihtilâlci hamlelerini başka ruhlara sindirmek ve aşılamak hududunda tevakkuf edemez. Fazla olarak, bu aşılanmış ve tesir altına alınmış ruhları, sezilen hedeflere doğru istikametlendirmek ve birer hareket haline getirmek de lâzımdır.

ŞEF’te bu suretle millî seziş, millî enerji ve millî hareket kabiliyeti sentetize olur. Hareket, bütün cemiyet mikyasında genişler ve “millî” vasfını alır.

GAZİ, Millî Mücadelenin ŞEF’idir. Çünkü bu mücadeleyi, hem sezmiş, hem sirayetlendirmiş, hem merkezlendirmiş, hem de orta MİLLET ÖLÇÜSÜ’nü vermiştir.

Bu mücadelenin daha ilk adımında, Erzurum’daki İngiliz nöbetçilerinin elinden cephane kaçırmak için bir takım haysiyet kırıcı kombinezonlara girişen bütün idrak ufkunu Erzurum topraklarının yaylaları ile hapsedip “Aman! Mücadele etrafa taşmasın! Aman! Sivas’a varmıyalım! Kızılırmak’ı aşmıyalım!” “Aman İstanbul’daki Meclisi Millî’ye herşeyi bırakıp mukadderata tevdii nefs edelim!” diyen, her zaman sürüklenen ve her zaman arkadan koşan bir Kâzım Karabekir Paşa’da, millî irade, hiç bir zaman merkezleşmemiş, fakat her zaman parçalanmıştır.

***

Ancak ayda bir çıkan bir mecmua olduğu için, Fırka matbuatı ile Kârabekir Pş. arasındaki münakaşaya karışmamış olan KADRO, İnkılâbımızın sistemli ve maksada uygun iyzahı işini daima aynı ehemmiyetle işaret ve müdafa etmiştir. Filhakika sistemli ve maksada uygun bir iyzaha tâbî tutulmıyan bir Millî İnkılâbın bir gün ya bir demagog, ya bir kozmopolit, ya bir menfi ruhlu macera adamı elinde hüviyetini değiştirmesi ihtimali, her zaman varittir. Eğer meydanda Büyük Nutuk olmasa idi o zaman bu ihtimali, hattâ artık bizi saran katî bir tehlike gibi iylân etmekte ve bütün inkılâp neslini, Millî inkılâbımızın mahiyet ve asaletini müdafaya davet etmekte, birân tereddüt etmezdik.2


1. Büyük Nutuk

2. Bir İnkılâbı iyzah işi bittabi her şeyden evvel bir metot ve bir prensipler sistemi işidir. Bir İnkılâp Müzesi ile bir İnkılâp Enstitüsü, bizde de şimdi bu işin derhal bir başlangıcı olabilir. İnkılâbın prensipler sistemi üstündeki fikirlerini daima iyzaha çalışan KADRO, onun teknik teşekküllerinden olan İnkılâp Müzesi ile İnkılâp Enstitüsü üstündeki düşüncelerini, ileride bildirecektir.

Kadro, Sayı 17, Mayıs 1933

Şevket Süreyya
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bir Münakaşanın Manası (Kadro, Sayı 17, Mayıs 1933)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Emperyalizm Şahlanıyor mu? (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)
» Kuvayı Milliye (Kadro, Sayı 16, Nisan 1933)
» Biz Avrupa’nın Hayranı Değil, Mirasçısıyız! (Kadro, Sayı 29, Mayıs 1934)
» Türk Köylüsü Bir Toprak Reformu Bekliyor (Kadro, Sayı 21, Eylül 1933)
» Devletin Yapıcılık ve İdarecilik Kudretine İnanmak Gerekir (Kadro, Sayı 15, Mart 1933)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Tarih :: Türk Devrim Tarihi :: Cumhuriyet'in İlk Yılları :: Kadro Yazıları-
Buraya geçin: