Ancak sadece saydığımız unsurları göz önünde bulundurularak ilgili düzenlemenin tatbikinde geç kalındığının söylenmesi şüphesiz çokta gerçekçi bir yaklaşım olarak değerlendirilemez .Neden böyle düşündüğümüz gelin isterseniz Celal BAYAR’IN 4 Haziran 1936 da mecliste kamutay iş kanunu görüşülürken verdiği beyanattan yardım alarak açıklamaya çalışalım.
“Kanun hayatını tetkik edecek olursak görürüz ki,12 seneden beri meclisi alinin elinde bulunmaktadır.Yani kanun 12 senelik bir hayatı vardır.Fakat her tetkik safhasından geçtikçe kanun mütekamil bir manzara almakla beraber bizden evvelki meclisler o zamana ait ihtiyaçları tatmin edememiştir.Müteaddid ve salahiyetdar(vazifeli) meclislerden;Şurayı Devletten geçtikten sonra kanun muhtelit encümenimizin elinde mütekamil bir safha almıştır.Tekamül etmiştir,güzelleşmiştir,iyileşmiştir.”
2.2 İş Kanunu Görüşülüyor Dönemin çalışma hayatı prensiplerini belirleyen bu kanun ilgili çevrelerin konuya eğilerek sürece dahil edilmeleri neticesinde mecliste de büyük bir mukavemetle karşılaşmaksızın 3 gün gibi kısa bir süre içerisinde görüşülüp kabul edilerek, bizlere ilgi konunun geniş bir uzlaşının eseri olduğunu göstermektedir.
4 Haziran 1936 da mecliste kanun maddelerinin müzakere edilmesine geçilmeden önce kürsüye gelerek söz alan Ankara mebusu Ahmet ULUS Türk işçisinin bu kanun ile ilgili sevinç ve şükranlarını ileterek başladığı konuşmasına şöyle devam etmiştir:
“Kanun layihası,hakikaten üzerinde inceden inceye çalışıldığını gösterir bir mükemmeliyettedir.Bilhassa işçinin,fikrini veya bedeninin kiralayan değil de,bir iş akdi dolayısıyla başka bir şahsın iş yerinde bedeni veya fikri,yahut hem bedeni hem fikri surette çalışan kimse olarak tarif edilmesi,milliyetperver ve yurtsever Türk işçisinin ahlaki ve içtimai değerini de tespit etmiş oluyor.
Hakikaten Türk işçisi, bedenini veya fikrini sırf bir menfaat mukabili olarak başkasına kiralayan kimse değildir.”
“62. madde görüşülürken Refik İnce iş müesseselerine işçi bulmak üzere şimdiye kadar kurulmuş olan müesseselerin sosyal ve ekonomik zararları görüldüğünden bunun yerine bir devlet müessesesinin geçmesinin güzel,faydalı ve yerinde bir tedbir olduğunu, ancak böyle bir idarenin kuruluşunun iş sahiplerinin kendi ihtiyaçlarını bizzat temin etmek yolundaki haklarını menedeceğini hiç zannetmediğini söyledi.
B.Rasim Ferid,iş ve işçi bulmanın ehemmiyetinin malum olduğunu, bunun bir amme hizmeti olarak,hükümete verilmesinin muvafık görüldüğünü, ve iş arayanlarla işçi arayanların bu bürolara müracaati prensibinin konulduğunu cevabını verdi ve madde kabul edildi.”
Konya mebusu Ali Riza TÜREL ;“Bu kanun yepyeni bir hukuka istinat eder yepyeni bir sosyal hukukun esaslarına göre yapılmış bir kanundur ve onun içindir ki bugünkü Roma,Justinyen hukukunun esaslarına alışmış olan kafalarımızda bu kanun hükümlerine karşı bir yabancılık hissi vardır.”
Anlaşmazlıkları devlet halledecek: “Refik İnce itilafların halli için kurulacak olan 10 kişilik heyetin rey ihtilafı halinde ne yapılacağı hakkında hüküm olmadığını,bunu işçi ile iş veren arasındaki ihtilafın,bir an evvel halledilerek aralarındaki ahengin temin edilmesi lazımesine muhalif bulduğunu söyledi.
Resim Ferid Talay; İş ihtilaflarının hallini devlet kendi otoritesinde cemetmiştir.Ve işte ihtilaf olduğu zaman amele işi bırakacak değildir.Gene eski şartlar dahilinde çalışmaya devam edecektir.”
Berç TÜRKER Afyon Mebusu:Grev ve lokavt’un aleyhinde bulunan bu fasla şu maddenin ilavesini teklif etmişti:
“Herhangi bir ihtilafın dolayı ve grev maksadıyla,işçilerin gizli toplantılar yapmaları ve işçileri bu yola teşvik ve tahrik etmek yasaktır gibi toplantıları tarassut etmek,dağıtmak ve müşevvikleri ve elebaşlarını tevkif ederek mahkemeye vermekle muvazzaftırlar.
İsmail Kemal ALPSAR(Çorum) Bu maddeye lüzum olmadığını,esasen kanuna mugayir bir içtima olduğu vakit onu menetmenin hükümetin hak ve salahiyeti dahilinde bulunduğunu ileri sürmüştür.Berç Türker teklifinde ısrar ettiğinden teklifi reye konarak reddedilmiştir. “
Anlaşmazlıkların halli mevzusunda İ.Kemal ALPSAR ve Berç TÜRKER ‘in etrafında gelişen karşıt görüşler bizlere 3008 sayılı iş kanunun belki de en çok eleştirilen yönünü (grev ve lokavt yasağını) ortaya koyma fırsatı vermiştir. Halihazırda bizlerde bu eleştirilere cevap verme imkanı bulmuşken isterseniz konuyu daha geniş bir zemine yayarak açmaya çalışalım.
2.3 Grev ve Lokavt Yasağı Aslında meselenin özünün anlaşılması için Afyon mebusu Berç TÜRKER’İN öne sürdüğü İş kanunun lehine gibi görünen “ilave” önerisi oldukça manidardır.Farklı çevreler tarafından, işçi haklarının en önemli maddesi olarak görülen grev hakkının yasak olması şüphesiz başka şekillerde yorumlanmıştır.Özellikle işçi hakları kapsamına giren ,çalışma,ücret,yıllık ücretli izin,hafta tatili hakkı gibi pek çok benzeri hakkın yok sayılarak grev mevzusu tarafından tahhaküm altına alındığı bu tür düşün biçimlerinin bizce atladığı en büyük nokta meselenin kesinlikle bir dikta , zorlama yada baskı altında tutma çabası taşmadığı konusudur.Bu bakış açısının aksini düşündüğümüzü iddia etiğimiz takdirde şüphesiz Berç TÜRKER’in konu ile ilgili önerisinin de neden kabul görmediğini açıklama zahmetine de katlanmak zorunda kalacağımıza hiç şüphe yoktur.
Ancak bu noktada belirtilmesi gereken en önemli mevzu çıkarılan iş kanununun büyük ölçüde kurulan yada kurulacak Kamu iktisadi teşebbüsler göz önünde bulundurularak hazırlanmış olmasıdır özellikle kanunda yer alan 10 kişiden az işçi çalıştıran yerlerin ilgili düzenlemenin dışında tutulması düşüncemizi destekler niteliktedir. Ancak bu durum şüphesiz nedensizde değildir özellikle 1921 Sanayi Sayımı sonuçlarına göre toplam işçi sayısı 76 216 , kuruluş başına düşen işçi sayısı da sadece 2 iken 1937’de işçi sayısı 265 341’e, 1943’te ise 275 083’e yükselmiştir. Elimizde ilgili döneme ilişkin olarak özel sektörde çalışan iş sayısı ile ilgili net bir rakam yoktur ancak yıllar itibari ile İzmir fuarı katılımcı sayısı incelendiğinde özel teşebbüsün ekonomide ki rolünün halen istenilen düzeyin çok altında olduğu görülebilecektir.Buna göre rakamlar şöyledir;
4-25 Eylül 1927 tarihleri arasında açık kalan (ki o dönem ismi Dokuz Eylül sergisi) fuara 195 Türk firması .1928 de 360 1933 ise bu rakam büyük buhranında etkisiyle 130 a düşmüştür.
Halbuki 28-31 Mart 2007 tarihleri arasında İzmir de düzenlenen MARBLE-Uluslararası Doğaltaş ve Teknolojileri Fuarına 251’i yabancı, 787’si yerli toplam 1.038 firma katılmıştır. Dolayısıyla özel teşebbüs müessesleri ve çalışanları arasında doğru orantı olduğu düşünüldüğünde yukarıda verdiğimiz çalışan kişi sayılarının büyükçe bir kısmının kamu iktisadi kuruluşlara ait olduğunu düşünmememiz için hiçbir neden yoktur.Konu ile ilgili rakamlar noktasın da ise 13 Haziran 1937 de Ulus da çıkan makale elimizdeki verileri doğrulamaktadır.
“İş kanunu hükümlerinin doğrudan doğruya tatbik edileceği iş yerlerindeki işçi miktarını ,bugüne kadar yürütülmüş olan hazırlık faaliyetlerinin verdiği neticelere göre 300 binden fazla olarak tahmin edilmektedir.
Kanunun ikinci maddesi mucibince günde 15 işçi çalıştırmadıkları halde dahi kanun hükümlerinin girmesi lazım gelen yerlerle, esasen yapılmakta olan işin mahiyeti dolayısıyla gene kanun hükümlerinin girmesi lazım gelen yerlerle,esasen yapılmakta olan işin mahiyeti dolayısıyla gene kanun hükümlerinin toptan ve yahut kısmen tatbiki lazım gelen sair iş yerleri hakkında yapılmış olan anketlere göre ikinci bir tahminde bulunmak lazım gelirse ayrıca 100 bin işçinin daha kanun hükümlerinin den istifadesinin temin olunacağı ümit edilmektedir. “
10 kişiden az işçi çalıştırma mevzusu her ne kadar kamu iktisadi teşebbüsler düşünülerek gündeme getirilmiş olsa da o güne kadar tam manasıyla yapılamayan küçük ve orta boy işletmeleri geliştirmek gibi mühim bir görevi daha vardır.Özellikle Teşvik-i Sanayi Kanunun orta sanayiden ziyade büyük sanayi koruyor oluşu zaten sayıları yeterince az olan orta boy teşekküllerin ekonomiye entegrasyonunu zorlaştırıyordu.Her ne kadar bu madde ile dönemin yöneticilerinin amacı birilerine imtiyaz tanımak olmasa da maalesef konu hala istenildiği gibi anlaşılmakta ve asıl sorun görmemezlikten gelinmektedir.Şöyle ki Türkiye İstatistik Kurumu’nun HANEHALKI İŞGÜCÜ ARAŞTIRMASI 2008 NİSAN DÖNEMİ SONUÇLARI ‘na göre istihdam edilen kişi sayısı 21 milyon 650 bin olup bunların % 60.3'ü "1-9 kişi arası" çalışanı olan işyerlerinde çalışmaktadır. Bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi henüz sanayimiz ne üretim konusunda ne de büyüklük açısından istenilen seviyeye ulaşmış değildir.Ancak her nedense 72 yıl önce tespit edilen ve hukuksal açıdan desteklenerek çözüme kavuşturulmaya çalışılan bu mevzu günümüzde fantastik yorumlar ile birleştirilerek farklı yönlere çekilmektedir.
Bu konuyu burada sonlandırıp, ilgili istatistikleri aklımızın bir köşesine yazarak yazımızın başına dönecek olursak öyle sanıyorum ki özellikle grev yasağı konusunda düşüncelerimizin biraz daha anlamlandığını göreceğiz.Kredilerle ve bin bir güçlükle kuruluşu gerçekleştirilen yönetim planı,kar zarar hesapları, yıllık üretim gibi hususların önceden düşünülerek hesaplandığı bu tür bir sınai yapıda tahmin edersiniz ki üretimde yaşanacak aksaklıklar henüz toparlanmaya başlamış bir ülke için hiçte öyle üstesinden kolaylıkla gelinecek sorunlar olarak değerlendirilemez.Özellikle grev gibi rahatlıkla başka iş kollarına da yayıla bilen doğal bir olgunun ülke geneline dağıldığını tasavvur ettiğimizde sanırım konunun ciddiyetini daha iyi kavramış olacağız.Peki böyle bir varsayımın gerçekleşme ihtimali var mıdır? Sorunun cevabını isterseniz 11 Haziran 1936 tarihinde Ulus da yanladığı “Fransa da grevler ,İspanya da lokavtlar Türkiye de iş yasası” başlıklı makalesinden yaralanarak Burhan BELGE’den dinleyelim;
“…Fransa’da grevler devam edip duruyor.Bunlar hakkında 5 bu ay tarihli sayımızda,gene bu sütunlarda demiştik ki:
Paris’te ve Fransa’da grevler birbirini kovalıyor.40 saatlik hafta namına bir propaganda mı yoksa,Fransa’daki sağ taraf gazetelerinin iddia ettikleri gibi,şiddetli bir sendikalist sokak hareketinin başlangıcımı?
Bizce bu,40 saatlik hafta için hazırlıktır.Eğer grevler,Blum hükümeti eline aldıktan sonra başlarsa,hükümet ameleyi greve teşvik ediyor denecektir.Halbuki ve şimdi başlayan grevler sayesinde Blum hükümeti 40 saatlik haftayı tatbik ederek grevleri durduracak ve asayişi iade ettim diyecektir.Ve 40 saatlik hafta halk cephesi hükümetinin kendi seçmenlerine ilk hediyesi olacaktır.
Bir misal de İspanya’dan verelim;
Madrid,10 haziran 1936-Umumi emniyet müdürlüğü,radyo ile şu tebliği neşr ve tamim etmiştir:
Patronlar bloku,bütün ticaret ve sanayi müesseselerinin kapatılmasını emretmeğe karar vermiştir.Yalnız gıda maddeleri satışı yapan müesseselerle umumi işler servisleri müstesna tutulmuştur.Bu karar kanuna uygun değildir.Ticaret ve sanayi erbabından bu emre göre hareket edenler hakkında cezalar tertip edilecektir.Bu cezalar,bin peçetadan 20 bin peçetaya kadar para cezaları ve hatta fabrikalara devlet tarafından vaziyet edilmesi gibi cezalardır.
İspanya’da da bugün,işçileri tutan bir hükümet iş başındadır ve işçi lehine tedbirler almaktadır.Bunun önlemek isteyen patronlar ise,her hafta lock-aut yani patronlar grevi ilanı etmekte yani işçiye yol vererek fabrikalarını kapamaktadır.Öyle ki yüz binlerce kişi insanın işsiz ve aç kalmamasını temin edebilmek için,İspanya hükümeti yukarı ki tedbire başvurmağa mecbur kalmaktadır.
Tam Türk iş yasası çıkar ve Recep Peker Kemalist rejimin iş telakkisini izah ederken iki yabancı ve liberal memleketin biri işverenler birde iş alanlar tarafından organize edilmiş iki anarşi misalini yetiştirmeleri dikkat ve ibretle göz önünde bulundurulması lazım gelir.
Çünkü gerek Fransa’da gerek İspanya’daki hareketlerin eğer birine zararı dokunuyorsa,bu birisi ya Fransız milleti yahut İspanyol milletidir.İşte Türk iş yasası Türk milleti namına böyle bir zararı önlemek için çıkmıştır.”
Sonuç 1936-3008 sayılı iş kanunu ilk defa Türkiye’de çalışma ilişkilerini bireysel, bütüncül toplu bir biçimde düzenlerken devlet de koruyucu rolünü kanun üzerinde bir fiil göstermiştir. İşçi ve işveren arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde devlet, zorunlu olarak hakemlik görevini üstlenmiştir.bu rolün gerektirdiği yükümlülükler arasında şüphesiz göze çarpan önemli hususlardan biri işçi temsilciliği kurumudur. Bu kurum işçi-işveren-devlet üçlüsünün işlemsindeki en büyük sorumluluğu üstlenmiştir.1936-3008 sayılı iş kanunu 1967’e kadar yani 31 sene yürürlükte kalmıştır ve bu süre içerisinde,grev ve lokavt yasağı rejimi ,Toplu pazarlık kurumunun gelişmesini engellemiştir.Bu aksaklığın en büyük nedenlerinden birini ise 1938 yılında kabul edilen cemiyetler kanunu oluşturuyordu.Kanun,hukuken sendikal örgütlenme seçeneğini zorunlu olarak ortadan kaldırmıştır.3008 sayılı yasa,getirdiği düzenlemelerle dönemin tüm sosyal,siyasal,ekonomik özelliklerini taşır ve bu nedenledir ki; bireysel iş ilişkileri alanında işçiyi korurken aynı zamanda ,toplu iş ilişkileri bağlamında işçi haklarını da güvence altına almıştır. Ayrıca kanun tarım kesiminde çalışan işçilerin kapsam dışında bırakıldığı iddialarına yönelik olarak kendine yöneltilen eleştirilere şöyle cevap vermektedir;
“Memleketimizdeki iş hayatının bilhassa çiftçilik bakımından ne kadar geniş bir yer tuttuğu düşünülerek bundan sonra çıkarılması için hazırlıklarda bulunulan ziraat iş kanunu ile deniz ve hava işleri kanunu,ve projeleri hazırlanmış olan küçük zanaatlar kanunu ve bir de deniz su mahsulleri kanunu hep birden bu muhtelif işlerde çalışılan işçilerin hayatı üzerine yapacağı tesirlerle memleketin ekonomik kalkınmasına hizmet edecektir.”
Sözünü ettiğimiz tüm bu hususlar günün koşularına uygun ussal hükümler taşımakla birlikte, bizlere Kemalist Türkiye’nin çalışma ilişkilerine bambaşka bir pencereden baktığını göstererek çözümün ancak gerçekçi yaklaşımlarla mümkün olacağını anlatmaktadır.
Suat COŞKUN
Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Lisans Öğrencisi
KAYNAK:
HAKİMİYET-İ MİLLİYE