Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 YOBAZ MARKSİST KOLKOLA

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Kemalist_Devrimci

Kemalist_Devrimci


Mesaj Sayısı : 339
Kayıt tarihi : 04/08/09
Nerden : Kocaeli

YOBAZ MARKSİST KOLKOLA Empty
MesajKonu: YOBAZ MARKSİST KOLKOLA   YOBAZ MARKSİST KOLKOLA EmptyÇarş. Ağus. 05, 2009 5:28 pm

YOBAZ MARKSİST KOLKOLA: KEMALİZM TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE…

Amerika, Müslümanlar, Türkiye ve Anlaşılamayan ******
Bir türlü zamanı doğru okuyamayan “entel” aydınlarımız, “Artık cephe savaşları sona erdi, topun, tüfeğin ve her an savaşa hazır bir ordunun anlamı kalmadı.” diyerek kendilerince bir değişim ve barış çağının başladığından söz ederlerdi yakın zamanlara kadar. Bu “entel” aydınlarımızın dillerinden düşürmedikleri bir tekerleme de “Artık ulus devletin bittiği ve küreselleşme çağında vatan kavramının eski anlamını yitirdiğidir!” Dolayısıyla onlara göre Kemalizm de artık dönemini tamamlamıştır ve gönül rahatlığıyla tarihin çöplüğüne gönderilebilir.(!) Geçenlerde o çokbilmiş aydınlarımızdan biri Mehmet Altan bu düşünceyi bir kez daha açık açık dile getirmiştir.
Ne engin öngörü ama!…
Karşı Devrim ve İçi Boşaltılan ******çülük
Türkiye’de bugün bile sıkça seslendirilen bu tuhaf düşüncenin kaynağı 1950’lere kadar dayanmaktadır. 1950’lerde başlayan “karşı devrim” sürecinde ******’ün ulusal aydınlanma hareketinden hızla uzaklaştırılan Türkiye’de aslında temelde ortak bir paydada birleşen iki farklı düşünce biçimi gelişmeye başlamıştır.
Bunlardan biri, meşruiyetini dinden alarak “sağcı düşünce”, diye tanımlanırken, (ki aslında bu bir Amerikan projesi olan Türk-İslam Sentezi’dir) diğeri meşruiyetini materyalizmden alarak “solcu düşünce” diye tanımlana gelmiştir (Türkiye’de sağcılığın en önemli referansı din, solculuğun ise materyalizm olduğu için böyle bir tanımlama yapmayı uygun buldum) Birbirine taban tabana ters gibi duran, hatta bu terslikten dolayı yıllarca birbiriyle çatışan bu iki düşüncenin radikal uçlarının en önemli ortak paydası genelde ******’ü ve Kemalist düşünceyi dışlamalarıdır. Yani Türk-islamcılar ve Marksist solcular Kemalizm’e karşı birleşmektedirler.
Gerçi 80’den itibaren işler değişecektir; ancak 80 öncesinde dinle beslenen “sağcılar” ve ütopik devrimcilerin sloganlarıyla beslenen “solcular” ******’e gizli-açık cephe almışlardır.
1950’den sonra başlayan karşı devrimin iki farklı ayağı ve iki farklı ******’ü vardır.
Bunlardan birincisi “dincilerin” ******’üdür!
Dinci politikacılar,******’ün Arap etkisinden ve baskısından kurtarmaya çalıştığı İslam dinini yeniden Arap etkisi altına sokarak, yeniden siyaset aracı haline getirmişlerdir. Böylece Türkiye’de ****** modernleşmesine en büyük darbelerden birini indirmişlerdir.
Bunlar, Batı taklitçiliği olarak adlandırdıkları ****** modernleşmesinin Türkiye’yi köklerinden kopardığı biçiminde garip bir düşüncenin gelişmesine ön ayak olmuşlardır. Bu garip düşünceyi savunanlara göre Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ******, koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkıp, halifeliği kaldırıp, üstüne üstlük bir de yaptığı devrimlerle sözüm ona Türkiye’yi dinsizleştirmiştir. Arap harflerinin yerine Latin harflerini getirerek, tekke ve zaviyeleri kapatarak, şapka giydirerek, v.b. devrimlerle de Türkiye’yi geçmişinden koparmıştır. Bu düşüncedekilere göre ****** adeta bir kurtarıcı ve kurucu değil de koskoca bir imparatorluğu yıkıp Batıya teslim eden, kendi kültürüyle kavgalı bir devlet adamıdır. Onlara göre ******, cehennemliktir, hatta dincilerin bir numaralı fikir önderi Said’i Kürdi (Nursi)’ye göre o bir deccal’dir!.
80 öncesi Türk-İslam sentezcilerine göre ****** budur… Yıkıcı, din düşmanı, Türkiye’yi köklerinden koparan ve Batıcı (!) 80’ler öncesinde bir kesimin ******’ü işte böyle bir liderdir!
Asıl düşündürücü olan bu saçma sapan zırvalara zaman içinde geniş kitlelerin de inandırılmış olmasıdır.
Peki bu nasıl olmuştur?
Çok basit: ******’ten sonra yavaş yavaş tüm aydınlanmacı damarları kesilen toplum yeniden hortlatılan tarikatların kucağına itilmiştir. ******’ün bin bir güçlükle yarattığı ulus bilincinin yerini yeniden cemaat bilinci almıştır. Bu süreçte parlatılan bazı cemaat önderleri (ki en önemlisi FETHULLAH’TIR) oy uğruna toplum lideri, kanaat önderi haline getirilmişlerdir.
İkincisi ise Marksist-komünistlerin ******’üdür. Onların ******’ü ise çok daha başkadır: Onlara göre ******, Lenin’in ifade ettiği gibi “burjuva milliyetçisi” bir jakobendir.
O bir diktatördür!
Onlara göre Kemalist Devrim, işçi ve köylüyü ezen bir burjuva devrimidir! Zaten ******, Kurtuluş Savaşı’nı Komünist Rusya’dan aldığı destekle kazanmıştır! Üstelik ******’ün bu savaştaki etkisi abartıldığı kadar da fazla değildir(!) Ayrıca Kurtuluş Savaşı hiç de söylendiği gibi anti emperyalist bir mücadele değildir! Hatta ******, emperyalistlerle işbirliği içinde Kürtlere karşı ırkçı politikalar geliştirmiş, Türk Tarih ve dil tezleriyle ırkçılık yapmıştır. Türk olmayanları ezmiştir! Soruyorum size aklı ve bilimi temel alması gereken solcu düşünce nasıl böyle akıl ve bilim dışı zırvaları solculuk adı altında bu toplumun önüne koyabilmiştir?
İnsanın içinden “doğrusu bu kadarına da pes” demekten başka hiçbir şey gelmiyor.
Onlara göre de Türk devrimi Batı taklitçisidir. Ayrıca ****** bir komünist düşmanıdır, Kurtuluş Savaşı sırasında TKP’ye komplo düzenlemiş, komünist Mustafa Suphi ve arkadaşlarını ortadan kaldırtmıştır! ******, Komünizm düşmanı olduğundan geleceği görememiştir ve bu nedenle ilerici bile sayılamaz. Onların kahramanları olan Lenin, Stalin, Kastro ve Che’nin yanında Mustafa Kemal’in lafı bile edilmez! (Bu yöndeki görüşler için Bkz. Fikret Başkaya, Paradigma’nın İflası ve İsmail Beşikçi, Kürt Sorunu ve Türk Tarih Tezi)
Görüldüğü gibi 80 öncesinde dincilerin ve Marksistlerin iki farklı ******’ü vardır. 1950-1980 arasındaki 30 yıllık sürede Türk halkı bu iki ****** arasında sıkışıp kalmıştır. Bu ortamda bir o yana bir bu yana savrulan gençlik ******’ü yanlış tanıyarak yetişmiştir. Bu 30 yıllık sürede sağdan ve soldan yapılan bilinçli-bilinçsiz saldırılarla ****** belki de dünyanın en yanlış anlaşılan ya da en az anlaşılan lideri haline getirilmiştir. Bu süreçte samimi dindarlar ve gerçek sosyalistler için bile ****** sıradan ve hatta olumsuz bir imge halini almaya başlamıştır.
Karşı devrimin olanca hızıyla devam ettiği 50-80 arasında ****** devriminin en önemli özelliklerinden “ulusal bağımsızlık”, “köklere bağlı çağdaşlaşma” ve “laiklik” gibi değerler yavaş yavaş yok edilmiştir.
“Dincilerin ve Marksistlerin ******’ü” zaman içinde “gerçek ******’ün” üstünün adeta kalın bir tortuyla kaplanmasına neden olmuştur.
Fakat ne gariptir ki, 80 öncesinde meşruiyetini ****** düşmanlığından alanlar, 80 sonrasında kendilerini sözde ******çü olarak adlandırıp, meşruiyetlerini ******’ten almaya başlamışlardır. 80 sonrasında birden bire ******çü haline gelen bir zamanların ****** düşmanları, ******’ü kendi ideolojilerinin ideologu olarak gösterme yarışına girecekler ve bu süreçte bir kere daha ******’ün yanlış anlaşılmasına yol açacaklardı.
Bu sefer de korkunç bir ****** istismarı başlayacaktı…
Gerçek ******çülüğün 4 Temel Özelliği
******çülüğün en belirgin özellikleri, tam bağımsızlık, çağdaşlaşma, ulusallık ve laikliktir.
1. Tam bağımsızlık: Kurtuluş Savaşı’nın temel felsefesi olan tam bağımsızlık, hiç bir ülkeye bağımlı olmadan siyasal ve ekonomik bakımlardan kendi ayakları üzerinde durmak anlamına gelmektedir. 1950 den sonra özelikle Demokrat Parti döneminde Türkiye’nin Amerikan etkisine girmesiyle önemi gittikçe azaltılmıştır. Marşal yardımıyla başlayan bu süreç bugün AB’ye üyelik müzakereleriyle zirveye ulaşmış, Türkiye 50 yıllık sürede tam bağımsızlığından çok büyük tavizler vermiştir.
2.Çağdaşlaşma: ******’ün “muasırlaşma” olarak ifade ettiği çağdaşlaşma yeryüzündeki en ileri uygarlık değerlerini benimsemek ve dünyadaki gelişmeleri yakından takip ederek sürekli ilerlemektir. Çağdaşlaşmak, asla Batılılaşmak değildir; ******’ün Batıdan yararlanmış olmasının nedeni Türkiye’yi Batılılaştırmak değil, o sırada Batıda olan uygarlık değerlerini almaktır. Türkiye’de Batılılaşma Tanzimat’la başlar ve sonrasındaki Osmanlı ıslahatlarıyla
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Kemalist_Devrimci

Kemalist_Devrimci


Mesaj Sayısı : 339
Kayıt tarihi : 04/08/09
Nerden : Kocaeli

YOBAZ MARKSİST KOLKOLA Empty
MesajKonu: Geri: YOBAZ MARKSİST KOLKOLA   YOBAZ MARKSİST KOLKOLA EmptyÇarş. Ağus. 05, 2009 5:28 pm

devam eder. Osmanlı Batılılaşması, dışa bağımlıdır, Batının çıkarları doğrultusunda Batının öngördüğü bir harekettir. Oysaki ****** modernleşmesi, Batıya karşı verilen bir savaştan sonra başlatılan bir uygarlaşma projesidir ve bu hareketin amacı evrensel uygarlık değerlerini almaktır. Üstelik bu hareketin adı da Batılılaşma değil “muasırlaşmadır.”
Fakat 1950’lerden sonra ******’ün çağdaşlaşma (muasırlaşma) hareketi Batılılaşma olarak adlandırılıp, Türkiye’de sözde “geleneğe” ve “dine” sahip çıkmak adına düpedüz “gericilik” yapılmış, üstelik garip bir şekilde bu “gericilik” milliyetçilik olarak adlandırılmıştır. (Türk-İslam sentezi)
3. Ulusallık: ****** devriminin en önemli özelliklerinden biri ulus devlet yaratmaktır. ****** bu amaçla Türk tarih ve dil tezlerini geliştirmiş, bu tezlerle Türklerin kökleri çok eski çağlara giden çok ileri bir ulus olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Türk Tarih ve Dil Tezleriyle Türk tarihinin ve Türk dilinin zenginliğini, derinliğini ve güzelliğini ortaya koyarak, Osmanlı döneminde adeta kendine yabancılaşan Türklere ne kadar köklü bir ulusa mensup olduğu gösterilmek istenmiştir.
Ulusallığın, “halkı söz sahibi kılmak” anlamında bir de “ulusal egemenlik” boyutu vardır. ******’ün ulusal egemenlik ilkesi Anayasada, “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.” biçiminde yer almaktadır. Egemenliğin halkta olması, egemenliğini Allah’a dayandırarak, kendisine kutsallık kazandıran ve dolayısıyla hiçbir şekilde sorgulanmayan dinsel nitelikli yönetim anlayışını ortadan kaldırması bakımından son derece önemlidir; Çünkü egemenlik ulusta olunca ulus özgür iradesiyle istediği kişiyi başa getirebilmekte ve dolayısıyla yönetime ortak olmakta ve yöneticiden hesap sorabilmektedir. Böylece yöneticinin hatasının kutsallık kılıfı altında gizlemesi engellenmiş olmaktadır.(Ya da en azından bu amaçlanmaktadır.)
4. Laiklik: ****** devriminin en önemli özelliklerinden biri olan laiklik, dinle devlet işlerini birbirinden ayırıp dinin siyasete alet edilmesini önlemek ve devleti dinsel temelden anayasal temele oturtmak amacı taşıyan, aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünü garanti altına alan cumhuriyetin vazgeçilmez bir ilkesidir.
1950’den sonraki karşı devrim sürecinde her geçen gün biraz daha sulandırılan ve içi boşaltılan ******çülüğün değeri bugün yaşanılan iç ve dış olaylarla daha iyi anlaşılmaktadır.
İslam Dünyasının Yanılgıları ve ******
Amerika’nın Irak’ı ve İsrail’in Filistin ve Lübnan işgalleri ulusal bağımsızlığın, ulus devletin, çağdaşlaşma ve laikliğin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha göstermiştir.
Irak, Filistin, Lübnan veya Afganistan ya da emperyalizmin kanlı pençeleri arasında ezilen her hangi bir İslam ülkesi ****** tecrübesinden biraz olsun ilham alabilmiş olsaydı bugün içine düştüğü yürek burkan çaresizliği yaşamayabilir, ya da bu çaresizlikten çok daha kolay kurtulabilirdi.
Bu gün emperyalist kuşatmaya maruz kalan ve acı çeken İslam dünyası dışa bağımlı olmayı ulusal bağımsızlığa; bağnazlığı çağdaşlığa ve siyasal İslam’ı laikliğe tercih etmenin sıkıntılarını yaşamaktadır.
İslam dünyası, yıllar önce dizginlerini başkalının eline verdiği için ve bir türlü ulusal bağımsızlığın önemini kavrayamadığı için bugün Irak’ta ve Lübnan’da ölen Müslüman çocuklara seyirci kalmaktadır. Müslümanlar yanı başlarında, gözlerinin önünde gerçekleşen katliamlara, (üstelik Hıristiyan ve Yahudi katliamcıların gerçekleştirdiği katliamlara) karşı Batı korkusundan dolayı sessiz kalmaktadırlar.
İslam dünyası korkmaktadır….
Müslümanlar Batıdan, Amerika’dan, Amerikan teknolojisinden korkmaktadırlar… Bu kanlı süreçte meydan radikal İslamcı örgütlere kalmakta ve bu şeriatçı örgütler bugün İslam dünyasında antiemperyalist bir mücadele içinde her geçen gün daha çok sempatizan toplamaktadırlar. Amerikan ve İsrail emperyalizmine karşı mücadele ettikleri için kısa vadede yararlı görünen bu şeriatçı yapılanmalar uzun vadede tüm Ortadoğu ve İslam dünyasının tıpkı Afganistan gibi şeriat karanlığına yuvarlanmasına neden olacaklardır. Oysaki bu mücadeleyi bizzat gerçek ve samimi Müslümanların vermesi gerekirdi. Tıpkı 80 yıl önce Anadolu yaylasında Mustafa Kemal önderliğinde olduğu gibi…
Müslümanlar, ****** tecrübesinden biraz olsun esinlenmiş olsalardı bugün Batı’dan ve Amerikan teknolojisinden, ateş kusan ileri teknoloji ürünü silahlardan bu kadar korkmayacaklar, ürkmeyeceklerdi. Müslümanlar eğer “bağnazlığı” “çağdaşlığa” tercih etmeyip, çağdaş bilime algılarını kapatmasalardı bugün tüm Batıya kafa tutacak teknolojik güce sahip olacaklar ve kimseden korkmayacaklardı, ama onlar yüzyıllarca bilimi dışladılar, bağnazlığın kendilerini kurtaracağı yanılgısına düştüler ve bugün bunun acısını çekmektedirler. Iraklı ve Filistinli direnişçiler ancak Amerikan yapımı silahlarla direnişlerini sürdürmeye çalışmaktadırlar ki bu silahların tüm özellikleri düşman tarafından bilinmektedir. Oysaki ulusal askeri gücün önemini daha 20’lerde fark eden ****** Türkiye’de tamamen yerli üretim silah ve uçak fabrikaları kurdurmuştu. Ama 50’lerden sonraki iktidarlar bu fabrikaları kapatarak, ulusal silah sanayiye son vermişler, böylece en stratejik alanda da Türkiye’yi dışa bağımlı hale getirmişlerdir.
Müslümanlar bugün İslam’ı siyasallaştırmanın bedelini ödemektedirler.
Müslümanlar yüz yıllardır kendi kaderlerini kendi ellerine almamanın, kaderlerini, meşruiyetini dinden alan şaha, şeyhe, diktatöre, sultana ve halifeye bırakmanın acısını çekmektedirler. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün ifadesiyle, “Müslüman liderler halkı Allah’la aldatmanın bedelini ödemektedirler.”
Tüm idareyi Allah adına elinde bulundurduğunu söyleyerek, halkını ezip dışlayan liderlerin sultası altındaki Müslümanlar eğer ****** tecrübesinden biraz olsun etkilenmiş olsalardı bir İslam ülkesinin de laik olabileceğini, dinin siyasallaştırılmaması gerektiğini ve cumhuriyetin İslam’ın özüne en uygun idare şekli olduğunu görebilirler (Bkz. Sinan Meydan, Bir Ömrün Öteki Hikayesi, “******, Modernizm Din ve Allah”, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2004.) ve kendilerini çok daha iyi yönetebilecek idarecileri özgürce seçebilirlerdi; ama onlar demokrasiyi ve cumhuriyeti din dışı zannederek aslında bir Emevi adeti olan saltanatın İslami olduğu yanılgısına düştüler ve bugün ******’ün ifadesiyle “Bir felaket çamuruna yuvarlandılar.”
Türkiye, Emperyalizm ve ****** Tecrübesi
Bu gün tüm İslam dünyasını sıkboğaz edenlerin öteden beri iştahlarını kabartan Türkiye’ye, kolay kolay saldıramamalarının arkasında yatan tek neden ******’tür.
Emperyalist Batı bugün, ****** önderliğinde gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşını ve sonrasındaki çağdaşlaşma hareketini hatırlamakta ve içten dıştan tüm geri dönüş çabalarına karşın Türkiye’nin geldiği noktayı görmektedir. Bu nedenle Irak’a, Afganistan’a, Bosna’ya, Filistin’e ya da Lübnan’a bomba yağdıranlar, acımasızca insan öldürenler çok isteseler de Türkiye’ye karşı herhangi bir fiili harekata girişmeye cesaret edememektedirler ve en azından bir süre daha buna cesaret edemeyeceklerdir.
Bir zamanların ****** düşmanlarına sormak gerekir:
Eğer Türkiye bir ****** gerçeği yaşamasaydı, eğer ****** önce Kurtuluş Savaşı, arkasından ulusal bir çağdaşlaşma hareketi gerçekleştirmeseydi, emperyalist kuşatmanın kıskacındaki Osmanlı kalıntısı bir Türkiye bugün –Güdümlü iktidarlara karşın- bu durumda mı olurdu? Yoksa Irak, Afganistan ya da Filistin’in durumunda mı olurdu?
Yanıt ne kadar anlamlı değil mi?

SİNAN MEYDAN
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
YOBAZ MARKSİST KOLKOLA
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Genel Başlıklar :: Konu Dışı-
Buraya geçin: