| | ****** döneminde Cumhuriyet Halk Partisi | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Kemalist_Devrimci
Mesaj Sayısı : 339 Kayıt tarihi : 04/08/09 Nerden : Kocaeli
| Konu: ****** döneminde Cumhuriyet Halk Partisi Salı Ağus. 04, 2009 8:38 pm | |
| Hakimiyeti Milliye ve Yeni Gün gazeteleri, 7 Aralık 1922'de, Mustafa Kemal'in bir açıklamasını yayınladı..
Açıklamada, halktan gördüğüm sevgi ve güvene layık olabilmek için sıradan bir vatandaş olarak, yaşantım boyunca sürdürmek ve ülke yararına adamak amacıyla, halkçılık temelinde ve Halk Fırkası adıyla bir parti kurmak istiyorum deniyor 1 ve Ülkenin siyasi geleceğiyle ilgilenen aydın ve düşünürler, konuyla ilgili tartışmaya çağrılıyordu. ******, bu çağrıdan yaklaşık bir ay sonra, aynı konuyu halkla görüşmek üzere, uzun bir yurt gezisine çıkacak ve Eskişehir, İzmit, İzmir ve Balıkesir de, kurulacak parti ile ilgili ünlü konuşmalarını yapacaktır.
Mustafa Kemal, her biri yedi sekiz saat süren toplantılarda, önceden hazırlanmış bir parti programını ve parti örgütünü halkın önüne koymak yerine, program ve partinin halkla birlikte hazırlanmasının doğru olacağını, bunun için çaba harcadığını söylüyordu. Aydınlar arasında başlamış olan parti tartışmalarıyla ilgili bilgiler veriyor, toplantılara katılanlardan hiç çekinmeden ve her konuda soru sormalarını, görüş bildirmeleri istiyordu.2 Toplantılarda, yeni yönetim biçimi, parti ve örgütlenme konularında görüşlerini şöyle açıklıyordu:
Millet, daha önce olduğu gibi, çıkarcı gurupların kurduğu partilerin peşinden gitmemeli, kendi program ve partisini yaratarak siyasi eyleme dolaysız katılmalıdır; her görüşten yurttaşın üye olduğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk örgütlerinden ve bu örgütlerin yarattığı ulusal birikimden yararlanılmalıdır; kurulacak parti, halkçılık programı üzerinde yükselmeli, bu nedenle adı Halk Partisi (fırkası) olmalıdır.
Tam bağımsızlık ve kayıtsız koşulsuz egemenlik ilkelerine dayanan bir politika izleyecek olan bu parti, ulusun tümünü kapsamalıdır. Sınıfsal değil ulusal olmalıdır. Batı'da görülen sınıf partileri Türkiye için geçerli değildir, çünkü o sınıflar Türkiye'de henüz oluşmamıştır; nüfusun yüzde seksenden çoğu köylü ve çobandır ve bu sınıfın zararına çalışan büyük çiftlikler, tarım işletmeleri yoktur; ağalık denilen ve daha çok Doğu'da bulunan toprak sahipleri zengin derebeyler değildir, kendi topraklarını bile işleyememektedirler.
Mali ve ticari gücü yüksek tüccar, sanayi yatırımı yapacak milli sermaye yoktur. İşveren ve işçi gibi modern sınıflar ortaya çıkmamıştır. Çıraklar da sayılsa ülkedeki tüm işçi sayısı, yirmi bini geçmemektedir. Aydın ve sanatkarlar çok azdır ve aydınların çoğunluğu halkın sorunlarından habersizdir. Büyük özveriyle düşmanı yenen ordunun gereksinimleri çoktur, her düzeyden komutanı geçim sıkıntısı içindedir. Halk büyük bir yoksulluk içindedir, eğitim düzeyi çok düşüktür. Gerçek bir halk hükümetinin kurulduğunu söylemek yalancılık olur.
Gönenç ve mutlulukları, ulusal birliğin sağlanmasına bağlı olan tüm halk kesimlerinin aynı parti içinde örgütlenmesi gerekir. Bu parti aynı zamanda, halka siyasi eğitim veren bir okul olmalıdır. Millet karşısında dürüst ve namuslu olmak, halka her zaman doğruyu söylemek gerekir. Kimsenin kendini halkın üstünde görmeye hakkı yoktur. Bütün dünya yeni Türkiye'nin ne yaptığını ve hangi yönde yürüdüğünü bilmeli davranışını ona göre ayarlamalıdır...3
Mustafa Kemal, 19 Ocak 1923'te yaptığı ve 7,5 saat süren İzmit konuşmasında, parti konusundaki görüşlerini şu sözlerle bitirir: Benim ve hepimizin, düşünmek zorunda olduğu şey, bu ülke ve bu milleti gerçekten kurtarabilecek beyinlerin, vatanseverlerin bir araya gelmesini sağlamaktır. Bu yetenekte olan insanlar her nerede ise, onları alıp milletin geleceğini yürütme işini verdiğimiz meclisin içine koymak gerekir. Davranışlarımızın belirlenmesinde akıl, bilim, deneyim egemen olmalıdır. Somut ve köklü adımlar atmak zorundayız.4
MÜDAFAA -İ HUKUK'TAN 9 UMDE'YE
Mustafa Kemal, Ankaraya döndükten sonra bir yıla yakın bir süre, parti tartışma ve araştırmalarıyla uğraştı.
Hemen herkesle görüşüyor, düşüncelerini anlatıyor, daha çok da dinliyordu. İkinci Meclis için yapılacak seçimlerde kullanılacak bildiri, parti tartışmalarının belirli bir aşamasında, 8 Nisan 1923'te yayınlandı. Aydın ve uzmanların, İzmir İktisat Kongresinin ve halkın görüşlerinin değerlendirilerek hazırlanan bu bildiriye, Dokuz Umde (ilke) adı verildi. Bu bildiri, kurulacak olan Halk Fırkasının programı için, bir ön taslak işlevini gördü. Ocak ve Şubat aylarında, halkla yapılan toplantılarda ele alınan konuların hemen tümü, kısa özetler halinde Dokuz Umde bildirisi içinde yer aldı.5
Bildirinin giriş bölümünde, Dokuz İlkenin amaç ve hazırlanış biçimi açıklanıyor, bu ilkelerin yakın gelecekte kurulacak olan partinin yetkili kurullarınca daha kapsamlı bir program haline getirileceği bildiriliyordu. Bu bölümde ayrıca; Ülkeyi ve ulusu parçalanarak yıkılma felaketinden kurtaran Büyük Millet Meclisinin, ulusal egemenlik esasına dayanan bir halk devleti ve hükümeti kurduğu, şimdiki görevinin ise, ekonomik gelişmeyi sağlayarak her türlü kurumlaşmanın tamamlanması ve ulusun gönence kavuşturulması olduğu söyleniyordu. Bunu başarmak ve milli egemenlik temelinde bir siyasi örgüte erişmek için bir halk fırkasının kurulacağı açıklanıyordu.6
Dokuz ayrı madde olarak saptanan ve tümü gerçekleştirilen ilkeler özet olarak şöyleydi: Egemenlik kayıtsız koşulsuz milletindir, halkın kendi kendini yönetmesi esastır. Saltanatın kaldırılması ve ulusal egemenliğin Meclisin yetkisinde olduğunu kabul eden kararlar, hiçbir biçimde değiştirilemez. (İlkede huzur ve güvenin sağlanıp korunması en Önemli görevdir. Tüm yasalar, ulusal gereksinimlere ve hukuk anlayışına uygun olarak yeniden ele alınacaktır. Aşar (vergi) yön-temi düzeltilecek, tarım desteklenecek, çiftçi ve sanayicilere kredi sağlanacak, demiryolları geliştirilecektir. Eğitim, yeni kurallarla yaygınlaştırılacak, okullar ulusal gereksinimlere göre yeniden yapılandırılacaktır. Milli üretim ve sanayi korunacaktır. Sağlık ve sosyal yardım kuruluşları geliştirilecek, işçi ve subayların gönenç düzeyi yükseltilecek; gazi, dul ve yetimlerin sefalet çekmesi önlenecektir.
Ekonomi, siyaset, maliye ve yönetimde bağımsızlığı zedeleyecek bir barış antlaşması kesinlikle kabul edilmeyecektir.7 1923 yılı, partileşme çalışmalarının yoğunlaşıp Cumhuriyetin ilanına doğru gidilen bir yıldı. Ancak 1923 aynı zamanda, Kurtuluş Savaşında birlikte olanların, birbirlerinden ayrılmaya başladığı bir yıldı. Savaşa katılarak önemli görevler üstlenen önder konumundaki bir gurup insan, saltanatın kaldırılmasıyla başlayan ve köklü olacağı anlaşılan sosyal devrim girişimlerinden ürkmüşler ve düşünce yapılarından kaynaklanan doğal bir eğilimle muhalefete yönelmişlerdi. Yetişme biçimi ve dünya görüşünden kaynaklanan düşünce farklılıkları; henüz bir düzene kavuşmamış, olanakları son derece sınırlı yeni iktidar için tehlikeli olacak biçimde, hiziplere dönüşüyordu.
Kurtuluş dönemindeki zorunlu birlikteliklerin artık süremeyeceği görülüyor, devrimi sonuna dek götürmek isteyenlerle, yapılanları yeterli görenler, açık ya da gizli, hızla birbirlerinden uzaklaşıyordu. Bu ayrılığın ulus birliğine zarar vermeden aşılması, ancak; yanlış yorumlanmayacak ve başka anlamlar verilemeyecek kadar açık ilkeler koymak ve bu ilkelere dayalı bir siyasi yapının oluşturulmasıyla mümkün olacaktı. Kazanılan zaferden sonra, düşünülen ve devrim niteliğinde olan yenileşme girişimlerini yaşama geçirmek ve kalıcılığını sağlamak; halka ulaşan, ulusal nitelikte, iyi örgütlenmiş, güçlü ve dayanışmacı bir partinin yaratılmasıyla olasıydı. Halk Fırkası bu istek ve gereksinimin ürünü olarak ortaya çıkacaktır.
Dokuz Umde bildirisi, İkinci Meclisi oluşturacak genel seçimlerde Müdafaa-i Hukukun seçim bildirgesi olarak yayımlandı. Bildiri, seçim bildirgesi olması yanında bir başka Önemli işleve daha sahipti. Kurulması düşünülen Halk Fırkası program olarak, kaba çizgilerle de olsa, bir anlamda halkın görüş ve onayına sunuluyordu. Seçim sonuçları, halkın bu onayı verdiğinin açık göstergesiydi. Hemen tüm milletvekillerini Müdafaa-i Hukuk adayları kazanmıştı. Bu sonuç üzerine, seçimi kazanan milletvekilleri, seçildikleri 7 Ağustostan 11 Eylüle dek yaptıkları toplantılarla, kurulacak partinin tüzüğünü hazırladılar. 23 Ekim 1923te, yani Cumhuriyetin ilanından bir hafta önce, İçişleri Bakanlığına, Genel Başkan olarak Mustafa Kemal, Genel Sekreter olarak Recep Pekerin imzaladığı bir dilekçe verildi ve Halk Fırkası resmen kuruldu.8
Yeni Parti, hemen tümüyle, Sivasta ortaya çıkan ve Kurtuluş Savaşını gerçekleştiren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin örgütsel ve düşünsel temelleri üzerine oturuyordu. Bu nedenle, belki de yeni bir kuruluştan çok, Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin yeni bir yapıya dönüşmesini temsil eden bir girişimdi. Bu o denli belirgindi ki, partinin gerçek kuruluşu olarak 23 Ekim 1923 değil, 4-11 Eylül 1919 yani Sivas Kongresi kabul edildi. Bugün kuruluş günü sayılarak kutlamalar yapılan 9 Eylül 1923, Halk Fırkası tüzüğünün kabul edildiği gündür.
Sivas Kongresinin Halk Fırkasının kuruluşu olarak kabul edilmesi, nedensiz değildi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti, her türlü particilik akımı dışında kalarak, değişik görüşten insanları bir araya getirmiş ve ulusal bir siyaset geliştirmişti. Şimdi yapılmak istenen, aynı anlayışla siyasi bir parti yaratmak ve girişilecek devrimci atılımlara sınıf ya da zümre farkı gözetmeden tüm ulusu, bu parti aracılığıyla katmaktı. Müdafaa-i Hukuk, ulusalcı duruşuyla Kurtuluş Savaşını hangi anlayışla başarıya ulaştırmış ise, Halk Fırkası da, toplumsal gelişimi sağlayacak devrimleri aynı anlayışla gerçekleştirecekti.
Kurtuluş Savaşı sonrası kurulacak bir siyasi parti, meşruiyetini bu savaştan, bağlı olarak bu savaşı yürüten Müdafaa-i Hukuk anlayışından almak zorundaydı; bu nesnel bir zorunluluktu. Mustafa Kemalin kavrayıp, halkın desteğini alarak uygulamaya geçirdiği Halk Fırkası girişimi, ulusal çıkarları gözeten gerçekçi amaçlara dayandığı için başarıya ulaşmıştır. Diğer parti girişimlerinin, örneğin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının başarılı olamamasının nedeni, ülke gerçeklerini kavrayıp gerekenleri yapacak düşünsel niteliklere sahip olmamasıydı.
Halk Fırkası, 23 Kasım 1924de adını, Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirdi ve uzunca bir hazırlık döneminden sonra, Üye kaydederek örgütlenmeye başladı. Üye kabulünde, özellikle yönetici belirlemede, dikkatli davranılıyordu. İktidar partisi olması nedeniyle, partiye üstelik yoğun biçimde çıkarcılar da yönelmişti. Ulusal mücadeleye duyarsız kalan, hatta karşı çıkan kimi insanlar, coşkulu cumhuriyetçiler olmuş, geçmişlerini gizleyerek Halk Fırkasına geliyordu. Bu olumsuzluk, bir yandan üye baş-vurularındaki denetimlerle, bir yandan da Müdafaa~i Hukuk hareketinin sınanmış kadrolarının, etkin görevlere getirilmesiyle aşılmaya çalışıldı. Eğitimli insan yetersizliği, yaygın bir sıkıntıydı.
Pek çok inançlı insan, Kurtuluş mücadelesine katılmıştı, ama bunların Önemli bir bölümü, toplumsal sorunları kavrayacak bilinç düzeyine sahip değildi. Bu nedenlerle Üye kabullerinde dikkatli davranılı-yor, bu ise halka ulaşmada sorun yaratıyordu. Bu sorun, daha sonra Halkevleri ve Halkodaları girişimi ile aşılmaya çalışılacaktır.
9 Eylül 1923te kabul edilen tüzük (nizamname), tüzükten çok programa benziyor ya da bir başka deyişle, tüzük ve program işlevini birlikte yerine getiriyordu. Tüzüğün Birinci maddesine göre, parti (fırka) bir devrim (İnkılap) partisiydi ve ancak halktan yana olan kişiler partiye üye olabilirdi.9 Aynı madde partinin; ulusal egemenliğin halk tarafından halk için uygulanmasına öncülük etmeyi, Türkiyeyi çağdaş bir devlete yükseltmeyi ve yasa egemenliğini bütün güçlerin üzerine çıkarmayı amaç edindiğini açıklıyordu.10
İkinci maddede, halk kavramına açıklık getiriliyor, bu kavramın herhangi bir sınıfla sınırlı olmadığı söyleniyordu. Ayırım gözetmeden herkesin yasa karşısında eşit olduğu ve hiçbir aileye, sınıfa, cemaate ya da bireye imtiyaz verilmeyeceği nin açıklanması, ikinci maddeyi önemli kılan ve eşitliği amaçlayan yaklaşımlardı. Toplumsal sınıf ve tabakalar ya da ayrıcalıklı zümreler arasında var olan farklılıklar, adalete dayanan hukuksal düzenlemelerle dengelenmeye çalışılıyor ve çıkar ayrıcalıklarının demokratik bir işleyiş içinde zamanla sönümlenmesi amaçlanıyordu. Bu amaç, kurulmakta olan yeni devletin siyasal ve sosyal önceliklerine olduğu kadar, devletle bütünleşmeye yönelecek olan Halk Fıkrasının geleceğine de, yön verecektir.
İlk iki maddede dile getirilen eşitlikçi anlayış, yeni ve önemli bir yaklaşımdı. Ancak bundan daha önemli olan, bu anlayışın somutlanması için önerilen örgütlenme biçimiydi. Ulusal egemenlik haklarını, eşit olarak tüm halk kesimlerine kullandırmak için, parti örgütlerinin köylere dek yaygınlaştırılması Öngörülüyordu. Devlet siyasetinin belirlenmesinde, köyler ve köy parti kongreleri temel alınıyordu,11 Bu konuda 75, 76 ve 78. maddelerde şöyle söyleniyordu: Fırka üyeleri ve on sekiz yaşını bitirmiş olan köy ve mahalle halkından her kişi, halk kongresinin doğal üyesidir... Kongreler, yörenin koşullarına göre uygun bir yerde ya da köy -meydanında toplanır... Kongrelerde başkan ve bir yazman seçilir, nahiye kongresine önerilecek konular saptanır ve ocak üyeleri seçilir..12
Tüzük, köy kongrelerinde seçilen delegelerin nahiye, nahiyede seçilenlerin ilçe, ilçe delegelerinin de il kongrelerine katılmasını öngörüyordu. Katılım, biçimsel düzeyde bırakılmıyor, köy ve köylü sorunlarının partinin genel merkez kongrelerine, sorunun gerçek sahipleri, yani köylü temsilcileri tarafından götürülmesi isteniyordu. Halk Fırkası, hükümet işleri ve devlet siyasetinde, ilk önerme hakkını köy kongresine vererek, Türkiyede ilk kez ve eylemli olarak, köylüyü siyasi haklarını en geniş biçimde kullanmaya davet ediyordu. Bu daveti, yazılı hale getirerek tüzüğüne almıştı. Siyasi katılımcılığın ileri bir aşamasını oluşturan bu yaklaşım Batıda, yalnızca o dönemde değil, bugün dahil hiçbir dönemde görülmemiştir. Köy eğitmeni programlan ve köy enstitüleriyle uygulamaya sokulup geliştirilen bu girişim, 1945ten sonra ortadan kaldırılacaktır. | |
| | | Kemalist_Devrimci
Mesaj Sayısı : 339 Kayıt tarihi : 04/08/09 Nerden : Kocaeli
| Konu: Geri: ****** döneminde Cumhuriyet Halk Partisi Salı Ağus. 04, 2009 8:39 pm | |
| ATATÜRK DÖNEMİNDE CHP
Cumhuriyetin ilanından sonra adına Cumhuriyet sözcüğünü ekleyen Halk Fırkası, ikinci büyük kongresini 15-23 Ekim 1927de yaptı. Bu kongrenin, parti ve Cumhuriyet tarihi açısından Önemli bir yeri vardır. Birinci Kongre, kabul edilen Sivas Kongresinden sonra geçen sekiz yıl içinde; bağımsızlık savaşı kazanılmış, saltanat ve hilafet kaldırılmış, Cumhuriyet kurulmuş ve karşı devrim çıkışları bastırılarak yeni bir devlet, yeni bir toplum yaratılmıştı. Kongreye anlam ve heyecan katan, bunca işin gerçekleştirilmesinden sonra ilk kez ve üstelik siyasi parti olarak toplanılması ve Mustafa Kemalin sekiz yıllık mücadelenin öyküsünü (NUTUK), belgeleriyle birlikte bu kongrede açıklamasıydı.
Mustafa Kemal, apayrı bir önemi olan bu Kongreyi şu sözlerle açar: Fırkamız, milletimizin hayatı ve şerefi için gösterdiği yüksek azim ve iradenin temsilcisi olarak, bun-dan sekiz yıl önce ve acılı yıllar içinde ortaya çıkmıştı. Bütün Anadolu ve Rumeliyi kapsamak üzere ilk genel kongremizi Sivasta yapmıştık... O gün kullandığımız unvanla bugünkü unvanımız arasında fark vardır. Ancak, örgüt esas olarak korunmuş ve bugün, siyasi firka halinde beliren varlığa kaynaklık etmiştir. Ülke ve milletin, esenlik ve gönencini sağlamaktan oluşan genel amaç, niteliği değiştirilmeksizin sürdürülmüştür. Bu nedenle diyebiliriz ki, bugün açılışıyla övünç duyduğum büyük kongremiz, Sivas Kongresinden sonra Örgütümüzün ikinci büyük kongresi olmaktadır. 13
1927 Kongresinin bir başka önemli yanı, tüzüğün, örgütlenme anlayışında bir değişiklik olmadan, geliştirilerek 123 maddelik kapsamlı bir tüzük haline getirilmesiydi.14 Yeni tüzükte; cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve halkçılık partinin temel ilkeleri haline getiriliyor; laiklik sözcüğü kullanılmamakla birlikte, devlet ve millet işlerinde din ve dünyayı birbirinden ayırmanın önemli bir ilke sayıldığı açıklanıyordu.15 İkinci Kongrede, tüzük değişikliklerinden başka; sosyalist enternasyonalin katılım daveti reddediliyor,16 Türk Ocakları parti denetimine alınıyor17 ve ekonomik uygulamalarda bundan böyle ulus yararına uygun-uğun esas alınacağı16 kabul ediliyordu.
Mustafa Kemalin, Halk Fırkası İkinci Büyük kongresinde okuduğu Nutuk, yalnızca Cumhuriyet tarihinde değil, dünya parti tarihinde de benzeri olmayan bir ilk örnektir. Okunması 36,5 saat süren ve etkileyici bir anıtımı olan Nutuk, ülkenin Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki durumunun açıklanmasıyla başlar, milli mücadelenin im aşamalarını ve Kurtuluş sonrası siyasi gelişmeleri bel-eleriyle birlikte ele alır ve Cumhuriyetin yaşatılması için gelecek kuşaklara görevlerini hatırlatan Gençliğe Sesleniş e son bulur. ******, Nutuğu, Gençliğe Seslenişken hemen önce söylediği duygu yüklü şu sözlerle bitirir: Saygıdeğer efendiler, sizi günlerce meşgul eden uzun ve ayrıntılı açıklamalarım, sonuç olarak geçmişte kalan bir devrin hikayedir. Burada, milletim için ve gelecekteki evlatlarımız için, dikit ve uyanıklığı davet edebilecek bazı noktalar belirtebilmişsem kendimi bahtiyar sayacağım.
Efendiler, açıklamalarımla milli hayatı son bulmuş sanı-m büyük bir milletin, bağımsızlığını, bilim ve tekniğin en son krallarına dayanarak milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan m çekilen milli felaketlerin son bulması ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum.
Ey Türk Gençliği,
Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir...19 10-19 Mayıs 1931de toplanan 3.Büyük Kongrenin önemi, geleceğe yön veren ve temel ilkeleri devlet siyaseti iline getirilen bir programın kabul edilmesidir. Üçüncü kongreye dek, ayaklanmalar bastırılmış, devrimler tamamlanmış, Terakkiperver Fırka muhalefeti ve iki partililiği deneyen Serbest Fırka girişimi yaşanmış, devletin yeni kurumlarla örgütlenmesi önemli oranda tamamlanmıştır. Parti programı, gelişmelerin yarattığı deneyimler ve toplumsal sonuçları göz Önüne alınarak hazırlanmıştı.
Kurtuluş Savaşının başından beri sürdürülmekte olan milli siyasetin doğal sonucu ve ulusun bağımsızlığa yönelişinin ürünü olan program, gereksinimlere yanıt veren bir siyasi olgunluğa ulaşmıştı. Mücadelelerle dolu bir sürecin tüm birikimi, maddelere yansıtılmıştı. Sorunların ele alınışı, geleceğe yönelik değişim hedefleri ve çözüm yöntemleri; ülkenin içinde bulunduğu koşullara dayandırılıyor, özgün bir parti programı yaratılıyordu. Sınıf ve zümre ayrıcalıkları yadsınırken, yadsıma sözde bırakılmıyor ve yoksullukta eşitlenmiş olan ulusun, tüm sınıf ve tabakalarını kapsayan somut uygulamaların nasıl sağlanacağı, açık bir biçimde ortaya koyuluyordu. Zaferi ve milli egemenliği sağlayan istiklâl mücadelesi planı ne kadar milli ise, 1931 programı da o kadar milliydi.20
1927 Kongresinde kabul edilen üç temel ilkeye, 1931de üç ilke daha eklendi ve Cumhuriyet Halk Fırkasının olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de temelini oluşturan ünlü altı ilke kabul edildi. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, laiklik, devletçilik, ve devrimcilikken oluşan ilkeler, altı okla ifade edilerek Cumhuriyet Halk Fırkasının simgesi oldu. altı ilke, 1937de yapılan bir değişiklikle anayasa maddesi haline getirildi ve 27 Mayıs Anayasasıyla ortadan kaldırıldığı 1961 yılına dek Anayasadaki yerini korudu.
Cumhuriyet Halk Fırkası programı, amaç ve anlayış olarak toplumu tanımaya ve köklü bir tarih bilincine dayanıyordu. Yalnızca bir parti programı değil, bir ulusun verdiği ortak kararla, geleceğini belirleyen amaç ve yönelişleri ortaya koyan, tümüyle milli bir uzlaşma belgestydi. Tarihten alman derslere ve ülke gerçeklerine dayanıyor, yenileşme önündeki tüm engelleri gidermeyi amaçlıyordu. Birbirini tamamlayan iyi düşünülmüş sekiz bölümden oluşuyor ve ulusun tümünü temsil etme işlevini, o güne dek yurt içinde ya da yurt dışında hemen hiçbir siyasi partide görülmeyecek kadar başarıyla yerine getiriyordu.
Birinci bölümde vatan ve millet kavramlarından ne anlaşıldığı anlatılıyor, devletin biçimi tanımlanıyor ve kamu hukuku işleyişinin nitelikleri ortaya konuyordu, ikinci bölümde altı temel ilke ayrı ayrı ele alınıyor ve Cumhuriyet devletinin temellerini oluşturan bu ilkelere büyük önem veriliyordu. ******, altı ilkeye verdiği önemi sık sık dile getiriyor ve bu ilkelerle anlamını bulan Türkiye Cumhuriyeti ni, geleceğin gerçek sahipleri olan gençliğe emanet e-diyordu. Örneğin, ünlü Dumlupınar söylevinde şunları söylüyordu: Gençler, atılganlığımızı arttıran ve sürdüren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültürle insanlık erdemlerinin, vatan sevgisinin, özgür düşüncenin en değerli simgesi olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizsiniz; Cumhuriyeti biz kurduk, onu sürdürecek olan sizsiniz...21 (Metin Aydoğan, Antik Çağdan Küreselleşmeye Yönetim Gelenekleri ve Türkler II, s.959, Umay Yayınları, 1. Basım / Haziran 2004)
Programın üçüncü bölümünde ekonomik siyaset, dördüncü bölümde mali siyaset, beşte milli eğitim ve Öğretim, altıda sağlık ve sosyal yaşam, yedide iç-dış ve adli siyaset, sekizinci bölümde ise Ülke savunması ile ilgili politikalar ele alınmıştır. Yapılacak işler ve varılmak istenen hedefler, herkesin anlayabileceği somut ve uygulanabilir maddeler halindedir. Yapılacağı açıklanan işlerin hemen tümü uygulamaya sokulmuş ve gelişme isteğindeki azgelişmiş bir ülkenin kendi kaynaklarına dayanarak, bağımsızlığından ödün vermeden kalkınabilmesinin yöntemi ortaya konmuştur.
Bu nedenle, Cumhuriyet Halk Fırkasının 1931 Programı ve programa bağlı uygulamalar son derece özgündür ve birçok ülkeye örnek olmuştur. Üçüncü Büyük Kongrede, programla birlikte o dönem için oldukça ileri olan bireye dönük demokratik haklar da kabul edildi. Kadınlara seçme hakkı, tek dereceli seçim, özel girişimciliğin desteklenmesi, köylüye ucuz kredi, ücretsiz eğitim ve sağlık, kooperatifçilik gibi konular, demokratik bir anlayışla halk yararına çözümlenmiştir. Eğitim ve kültürün, toplumun her kesimine yaygınlaşması için düşünülen Halkevleri ve Halkodaları oylamasına bu kongrede karar verilmiştir.
En son Kemalist_Devrimci tarafından Çarş. Ağus. 05, 2009 3:17 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Kemalist_Devrimci
Mesaj Sayısı : 339 Kayıt tarihi : 04/08/09 Nerden : Kocaeli
| Konu: Geri: ****** döneminde Cumhuriyet Halk Partisi Salı Ağus. 04, 2009 8:39 pm | |
| Türkiye Cumhuriyetinin ilk dönemiyle ilgili kitap yazan yerli ya da yabancı araştırmacıların önemli bir bölümü, bu dönemi siyasi sistem olarak; demokrasi karşıtı, tek partililiğe dayanan diktatörlük ve tutuculuk olarak tanımlar. Demokrasiyi, halkın yönetime katılımını sağlayan bir devlet biçimi olarak değil de, oy vermeyle sınırlı, yasal bir biçimsellik olarak gören anlayış sahiplerinin, bu tür sığ ya da kasıtlı yargılara varmaları olağandır. Bu tür insanlardan, Cumhuriyet dönemi uygulamalarını gerçek boyutuyla kavramaları beklenemez.
1923-1938 arasında geçerli olan siyasal düzen ve bu düzenin biçim verdiği parti yaşamı, yalnızca görünüşte tek partili sistemdir. Nüfusun yüzde seksenini köylülüğün oluşturduğu, çağdaş sınıfların oluşmadığı, sanayisiz bir toplumda yapılması gereken; olmayan sınıflara, bu sınıfların olmayan bireylerine, istemi olmayan özgürlükler getirmek değil, ulusal politikalar geliştirecek siyasi birliğin sağlanmasıydı. Bu ise ancak, ulusun her kesimini temsil e-den bir siyasi örgütün yaratılmasıyla olanaklıydı. Böylesi yaygın bir temsilin, tek bir partiyle gerçekleştirilmesi, bir istek sorunu değil, aynı zamanda bir zorunluluktu. Atatürk dönemi Cumhuriyet Halk Partisinde, çoğulculuğu temel alan bir anlayışa bağlı kalınarak, tek partiyle çok partili bir politika yürütülmüştür.
Yakın tarihimizle ilgili incelemeler yapan Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması adlı kitabında, CHPnin 1945e dek süren iktidar dönemini bir bütün halinde diktatörlük olarak nitelendirir. 1923-1945 dönemindeki tek parti yönetiminin bir diktatörlük olduğuna kuşku yoktur der ve bu partinin değiştiricilikten çok gelenekçi nitelik taşıdığı nı ileri süren aktarmalar yapar.22 Amerikalı araştırmacılar James A.Bill ve Cari Leiden ortak yapıtları Politics in the Middle Eastte, ****** için, değişimin hızlı bir taraftarı mı? yoksa örtülü bir tutucu mu? diye sorarlar ve sorularına yanıt verirler.
Onlara göre, toplumun yapısında köklü değişikliklere girişmemiş olmasından ötürü ******, değişimci değil bir tutucudur.23 Hollanda Nijmegen Katolik Üniversitesi öğretim ü-yesi Doç. Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık adlı kitabında, ******ü, başkalarının (ittihatçıların y.n.) başlatmış olduğu hareket üzerine oturan bir komplocu düzeyine indirir ve Nutukun ulusal mücadelenin tarihi değil, 1926da girişilen siyasi tasfiyelerin onaylatılması olduğunu söyler. Zürchere göre de ******, bütün Jön-Türk liderleri gibi Halk çoğunluğunu iknaya dayanan demokrasiden yana değil, modernleşme ve devleti güçlendirme adına sürdürülen otoriteden yana bir kişidir.24
Gerçekle ilgisi olmayan bu tür yorumlar Batıda ve Batı etkisinde yetişmiş aydınlar arasında yaygındır. Onlar için, Türk Devrimi ve yarattığı halktan yana düzen, demokrasi değil, halkı ezen bir diktatörlüktür, ama tekelci büyük sermaye egemenliğine dayanan Batıdaki oligarşik sistem, demokrasidir. Bu yaklaşımın kasıtlı bir ideolojik karşıtlığa dayandığı açıktır. Böyle olmasa bile bu tavır, en azından demokrasinin ne olduğunun kavranmaması demektir. ****** dönemindeki siyasal düzen, eğer demokrasi ya da diktatörlük kavramlarıyla açıklanacaksa, açıklamanın herkesin anlayabileceği açık sonucu; bu düzenin, halk ve ulus güçleri için demokrasi, ulus karşıtları ve varlıklarını yabancılarla bütünleştiren işbirlikçiler için diktatörlük olmasıdır.
****** döneminde siyasal düzen tek partilidir. Ancak bu parti, toplumun değişik kesimlerini yönetimde temsil etme ve kitlelerin sorunlarına eğilme konusunda çok başarılıdır. Devletle bütünleştirilen iktidar gücü, tümüyle halk ve ülke yararına kullanılmaktadır. Ayrıca, toplumsal yapı çok partililiği gerekli kılacak sınıfsal çelişkilerden uzaktır. Birden çok parti kurulduğunda bu partilerin benzer politikalar yürütmesi kaçınılmazdır.
Nitekim, ******ten sonraki Cumhuriyet Halk Partisi ile örneğin 1946da kurulan Demokrat Parti arasında iç-dış politika yönelmeleri ve uygulamalar bakımından hemen hiçbir fark yoktur. Bu durum, farklı anlamda da olsa, sayıları daha fazla olan günümüz partileri için de geçerlidir. Tek partili sistemde, halkın tümünü kapsayan demokratik programlar uygulanırken, çok partili bir sistemde, azınlığı temsil eden ve milli olmayan politikalar geçerli kılınabilir. Tek parti kimi zaman, birden çok partiden daha etkin biçimde çok partili bir siyasi işleyiş sağlayabilir. Önemli olan parti sayısı değil; hedefler, anlayışlar ve uygulanan politikalardır.
Fransız sosyal bilimci Maurice Duverger, Siyasi Partiler adlı kitabında tek partili siyasal sistemleri de inceler ve incelemesinde ****** dönemi Cumhuriyet Halk Par-tisine Özel Önem verir. Duverger söz konusu kitapta, tek parti ve demokrasi tanımlarını yan yana getirmenin birçok kimseye, kutsallığa saygısızlık gibi aykırı geldiğini söyler ve önemli olanın tek parti-demokrasi eşleştirmesinin yapılması değil, böyle bir eşleştirmenin, kimi zaman gerçeğe (demokrasiye y.n.) uyup uymadığını bulmak olduğunu ileri sürer. Ne tüm tek partiler totaliterdir, ne de tüm totaliter partiler tek partidir diyerek25 tek partilerin de demokratik olabileceğini kabul eder.
Duverger, kabulünü kanıtlayacak Örnek olarak, 1923te Türkiyede kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Parti-$ini gösterir. Bu partinin, dini siyasetten ayıran (anti-kle-rikal) akılcı tutumu, 19. yüzyû liberalizmine yaklaşan eğilimleri ve 1848 Avrupa milliyetçiliğine benzeyen görüşleriyle; 20. yüzyıl otoriter rejimlerinden çok Fransız Devri-mine ve 19. yüzyıl terminolojisine yaklaştığını ileri sürer.
Ona göre, tek partiye dayanan faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunuculuğunun yerini, Kemalist Türkiyede demokrasi savunuculuğu almıştır. Duverger CHP ile ilgili o-larak şunları söyler: Bazı tek partiler, gerek felsefeleri ve gerekse yapılan bakımından gerçek anlamda totaliter değildir. Bunun en iyi örneğini, 1923ten 1946ya kadar Türkiyede tek parti olarak faaliyet göstermiş bulunan Cumhuriyet Halk Partisi sağlamaktadır. Bu partinin başta gelen özelliği, demokratik ideoloji sidir...26
****** dönemine günümüzde yöneltilen, yerini bulmayan bir başka yaygın eleştiri, Cumhuriyet Halk Fır-tefndan seçimlere katılacak millet adaylarının Atatürkün inceleme ve onayından geçmesi ve Meclisin bu incelemeden geçen adaylarca oluşmasıdır. Milletvekili adaylarının niteliklerine dikkat edildiği ve milletvekili olacak kişilerde ulusal bilinç, dürüstlük gibi kimi ölçütlerin arandığı doğrudur. Doğru olmayan, böylesi bir işleyişin demokrasiye uygun olmaması savıdır. Soyut bir demokrasi kavramına dayanarak yapılan eleştiriler, karalama amaçlı ve gerçek dışı savlardır.
Ulusal Kurtuluş Savaşı ve bu savaşın devamı olan bağımsız kalkınma girişiminin kendisi, başlıbaşına bir demokrasi hareketidir. Demokrasi, kimin için sorusundan soyutlanamaz. Halk için demokratik olan, halk karşıtları için anti-demokratiktir.
Bunun tersi de geçerlidir. Demokrasinin sınırı, karşıt sınıf ya da tabakaların güç ve gereksinimi ve bu gereksinimin oluşturduğu dengeler tarafından belirlenir. Mustafa Kemal, ulusal çıkarların savunucusu olan Meclisi oluşturacak milletvekillerini belirlerken, halkın nabzını tutuyor, onların arasından; bağımsızlığa, halkın gönencine ve bunları sağlayacak devrimlere inanmış, dürüst İnsanları ortaya çıkarmaya çalışıyordu.
1927 Ağustosunda kamuoyuna yayınladığı bildiride, milletvekillerinin sahip olmak zorunda oldukları özellikleri şöyle belirlemişti: CHP milletvekilleri, milletvekili sanlarını özel ekonomik yaşantıları uğruna küçük düşürmeyeceklerdir. Parti Genel Başkanlığı (kendisi y.n.) bu konuda özel titizliği gösterecektir. Sermayesinin çoğunluğu devlete ait olan kuruluşlar ve şirketler ile özel sözleşmeye dayanan imtiyazlı şirketlerde ve tekellerde, hükümetçe yönetim kurullarına atananlar, milletvekili olamayacaklardır..27
Mecliste bugün yer alan milletvekillerinin nitelikleri, bunların nasıl, hangi ölçütlerle ve kimler tarafından milletvekili yapıldığı göz önüne getirildiğinde, ****** dönemiyle günümüz arasındaki demokrasi farkının ne olduğu açıkça görülecektir. Meclisteki milletvekillerini şimdi, parti başkanları belirliyor. Ancak bu be/ir/eme/ bağımsızlık ve halkın gönencine yönelik ölçütlerle değil, küresel merkezlerin istek ve önceliklerine göre yapılıyor. Bu nedenle ****** dönemi uygulamaları halk için ne denli demokratikse, çok partiyle bezenmiş günümüz parlamentarizmi o denli anti-demokratiktir.
En son Kemalist_Devrimci tarafından Çarş. Ağus. 05, 2009 3:18 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Kemalist_Devrimci
Mesaj Sayısı : 339 Kayıt tarihi : 04/08/09 Nerden : Kocaeli
| Konu: Geri: ****** döneminde Cumhuriyet Halk Partisi Salı Ağus. 04, 2009 8:39 pm | |
| 9-16 Mayıs 1935te yapılan 4.Büyük Kongre, İkinci ve Üçüncü Kongrelerde başlayan ideolojik ve örgütsel gelişimin en ileri aşamasıdır. Kongre yerine Kurultay, fırka yerine parti sözcüklerinin kullanıldığı bu kongre, ******ün katılabildiği son CHP kongresidir. Kongrenin Türk siyasi tarihinde iz bırakan iki önemli sonucu olmuştur. Kemalist devrim, parti örgütlenmesi konusunda en olgun evresine bu kongreyle ulaşmış ve bir daha bu nitelikte bir CHP Kongresi bir daha yaşanmamıştır. İkinci olarak, 4. Kongrenin uygulama dönemi 26 Kasım 1938de, yani ******ün ölümünden 15 gün sonra yapılan Olağanüstü Kurultayla bitmiştir.
1935-1938 arasındaki üç yıllık 4. Kongre döneminin sona erişi, aynı zamanda, sürekli devrimciliği esas alan Kemalizmden geri dönüş döneminin başlangıcı olmuştur. Kemalist devrim, kendisini koruyacak kadroları yetiştirmeye başladığı en verimli döneminde, öndersiz kalması nedeniyle, karşı devrim niteliğinde bir geri dönüşle karşılaşmıştır.
4.Kongrede tartışılan konular ve alman kararlar, Sivas Kongresinden beri sürdürülen on altı yıllık mücadeleler sürecinin oluşturduğu örgütsel-ideolojik birikimi geliştirmiş, bu birikime biçim ve içerik olarak yeni boyutlar kazandırmıştır. 1930dan sonra girişilen dil devriminin sonucu olarak parti programı öz Türkçeye çevrilir. Tartışmalarda devrim, örgüt, bağlaşık, işlev, yönetim, gelişim, kesin gibi sözcükler kullanılır.
Partinin ideolojik temelini oluşturan altı okun, ulusun ruhunda ve yurdun her yerinde yerleşmesi için bütün kuvvetlerin harekete geçirilmesi kararı alınır. Sınıf, zümre ve cinsiyet farkı gözetmeyen parti eyleminin; her yurttaşın istek ve ihtiyacına yanıt veren bir bütün olduğu söylenir.28 Yoksullukta eşitlenmiş Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının, sınıfsal konumuna bakılmaksızın tümünün varsıllaştırılması, bunun için de kapsamlı bir kalkınma sağlanmalıdır. Çalışmak, durmadan çalışmak, parti ve partililerin temel görevi, birinci derecede sorumluluğudur. Milli kaynaklarla Türkiye, çok hızlı bir biçimde sanayileştirilmelidir.
4-Kongrede Cumhuriyet Halk Partisinin bir devlet partisi haline gelmesi ve partinin devletle birlikte çalışması gerektiği dile getirilir. Genel Sekreter Recep Pekerin konuşmasında dile getirdiği bu yaklaşım için genel kurul bir karar almaz. Ancak, İsmet İnönü Başbakan ve parti başkan yardımcısı imzasıyla 18.06.1936 tarihinde; İçişleri Bakanının parti genel sekreteri, valilerin il başkanı olmasını isteyen bir genelge yayınlar. Genelge uygulanır. 1936da Recep Peker, görevden alınır yerine İçişleri Bakanı yapılan Şükrü Kaya parti genel sekreteri olur. Bu uygulamaya, 1939da son verilir.29
İ.Büyük Kongre, bir hafta süren görüşmelerden sonra birçok konuda siyasi ve ideolojik kararlar aldı, saptamalarda bulundu. Bunlardan bazıları özetle şöyleydi: Program ve parti ideolojisi millidir, devlete hareket yeteneği vermektedir. Sağ ya da sol adı verilen akımlar, Batı kaynaklıdır ve Türkiyenin koşullarına uygun değildir. Bu tür düşünce akımlarına karşı tek etkili silah milliyetçiliktir. Batının liberal devleti can çekişmektedir, komünizm soyut bir kavramdır, yaşamın içinden gelmemiştir Türkiyenin kalkınabilmesi ve ulusal varlığını koruyabilmesi için devletçilik şarttır, liberal devletin yerini sınıf devletî değil, milli devletler almaktadır bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi devletçi bir partidir.30
4.Kongremde kuramsal tartışma ve belirlemelerden başka, toplumun Özellikle emekçi kesimlerini ilgilendiren kararlar alındı. Tarım ve sanayi sorunları, ticaret, toprak ve konut sorunu, işçi ve sosyal güvenlik hakları, sağlık hizmetleri gibi pek çok alanda, daha sonra yasalaştırılarak uygulanan yenilikler yapıldı. Kararlara göre, çiftçiye kredi bulunacak, ancak büyük akar, depo ve apartman v.b, sahiplerine kredi verilmeyecektir. Yurttaş konut sahibi yapılacak, çiftçi topraklandırılacak ve büyük özel araziler kamulaştırılacaktır
Bölge çıkan, derebeylik, ağalık, aile ve cemaat ayrıcalıkları ortadan kaldırılacaktır. Toplumsal yaşamın her alanında, halkçılık anlayışı esas alınacaktır. Planlı ekonomiye geçilecek, planlaşma devlet siyasetine de uygulanacaktır. Grev hakkı olmayacak, ancak işçinin sömürülmesine izin verilmeyecektir. Parti, yüreği nefretle dolu bir üretici kitlesinin oluşmasına izin vermeyecektir. İşçi ve esnaf, kendi meslek örgütlerinde bir araya gelirken, halk ve gençlik, halkevleri aracılığıyla örgütlenecektir.31
Genel Sekreter Recep Peker, Kurultaya sunduğu raporda, devletçilik disiplini karşısında demokrasinin durumu ne olacaktır? diye bir soru sorar ve bu soruya kendisi yanıt verir. Ona göre, programlaştırman parti kararları, bir bütün olarak ele alınıp hızla uygulanırsa, demokrasi kendiliğinden gelişecektir. Pekere göre, Demokrasi bir dogma ya da âyet değil, akıl süzgecinden geçerek çevre koşullarınca belirlenen bir yöntemdir.
Her ülkenin siyasi yapısı kendi özelliklerine göre biçimlenir. Türkiyedeki yönetim biçiminin temel özelliği kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliği ve tek meclis sistemidir. Her işte seçim esastır. CHPde geliştirilen dilek sistemi, halk kürsüleri gibi uygulamalar milli demokrasinin temelini oluşturur. Türk demokrasisi taklitçi değil, amacı milli birliği kuvvetle destekleyen, bize özgü bir sistemdir.32
Kurultay kararları, o dönemdeki siyasi canlılığa uygun olarak hızla uygulamaya sokuldu ve son derece etkili oldu. Partiyle hükümet arasındaki ilişkiler, hukuksal zemini yaratılarak geliştirildi. İçişleri bakanı parti genel sekreteri, valiler il başkanı oldu ama İçişleri Bakanlığına bağlı Bölge Denetleme Kurulu üyeleri, devlet kuruluşlarını olduğu gibi, parti örgütlerini de denetlemeye başladı. Bu yolla; il özel idareleri ve belediyelerle parti örgütlerinin birbirine yakınlaşmasına ve eşgüdüme kavuşturulmasına çalışıldı. Altı ok daha sonra, Anayasa maddesi haline getirildi.
Cumhuriyet Halk Partisi tarihi, ****** dönemi ve ****** sonrası dönem olarak iki bölüme ayrılmalıdır. Parti politikaları ve uygulamalarda somutlaşan dönemler arasındaki farklılıklar, gerçek karşılığını; devrimcilikle tutuculuk, bağımsızlıkla batıcılık, halkçılıkla seçkincilik arasındaki ayırımlarda bulmaktadır. Karşıtlıklar; açık, uzlaşmaz ve nitelikseldir. ****** sonrası CHP, taşıdığı özellikler nedeniyle kendi içinde üç ayrı döneme ayrılabilir: İsmet İnönünün tek şef olduğu ilk dönem (1938-1945), partinin kapatılmasıyla sonuçlanacak olan çok partili ikinci dönem (1945-1980) ve 1980 sonrasındaki üçüncü dönem. Bu dönemlere karşılık gelen temel özellikler, düşünsel ve eylemsel olarak; geri dönüş, dışarıyla uzlaşma ve dönüşmedir.
Devrimler dönemi, ******ün yaşamıyla sınırlı kalmış ve ölümünden hemen sonra geri dönüş başlamıştır. Kısa bir zaman diliminde büyük toplumsal dönüşümler gerçekleştiren bir devrimde, sürekliliğin önderin varlığıyla sınırlı kalması, üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur. Ancak kısaca değinmek gerekirse şunlar söylenebilir:
Devrimi ortaya çıkaran koşullar ne denli nesnelse, onu yaşatıp geliştirecek olan gereklilikler de o denli özneldir. Toplumsal koşulları oluşmadan devrim ortaya çıkmaz, ama oluşan her koşul da devrimle sonuçlanmaz. Gerçekleşmesi için toplumsal koşulların oluşması (nesnellik) şarttır, ancak koşulları oluşmuş olan devrimin gerçekleşmesi ve korunması için de Örgütlü insan girişimi (öznellik) gerekir. Girişim ise örgütlü, bilinçli kadroları gerekli kılar.
Türkiyede 1923-1938 arasındaki on beş yılda sıra-dışı dönüşümler gerçekleştiren bir devrim yaşanmıştır. Nesnel koşullar oluşmuş, ancak devrim çok dar bir kadroyla gerçekleştirilmişti. Bu nedenle, önderlik ve yapılanları korumada gösterilecek kararlılık olağanüstü önemliydi, bilinçli kadroları ve örgütlü olmayı gerekli kılıyordu. ****** bu kararlılığı göstermiş, çok dar ve çoğu kez yetersiz kadroları örgütlemiş, devrimi hem gerçekleştirmiş hem de korumuştu. Ancak, Türk Devrimi, kendisini tam o-larak koruyacak kadroları yaratamadan önderini yitirmiştir. Gerçekleştirilen işin gerçek boyutunu kavrayamamış, Batı etkisinden kurtulamayan yöneticiler devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlar ve geri dönüş sürecini başlatmışlardır.
Türk Devriminde yaşananlar, hemen tüm devrimlerin başına gelmiştir. İleri ya da geriye yönelen gel-git dönemleri her büyük devrimden sonra yaşanmış, ancak baştaki ilk devrimci etki, varlığını bir süre korumuştur. Türkiyede de böyle olmuştur. Türkiyede yaşanan fazladan olumsuzluk, azgelişmiş bir ülke olması nedeniyle, yeniden sömürgeleşme sürecine girilmesidir. Devrimin iç sorunları, yabancılara verilen ödünlerle dış sorun haline gelmiş, ya da bir başka deyişle devrimi ve bağımsızlığı yok eden emperyalizm bir iç olgu haline gelmiştir. Ulusal ekonomi ve siyasetin çökertilmesi, ülkeyi devrimin başladığı yere geri götürmüştür.(Metin Aydoğan, Antik Çağdan Küreselleşmeye Yönetim Gelenekleri ve Türkler II, s.968, Umay Yayınları, 1. Basım / Haziran 2004)
******ün çalışma çevresi, o daha sağken yapılanları ve yapmak istenenleri tam olarak kavrayamayan, hatta yapılanlara inanmayan insanlarla doludur. Bunu kendisi de bilmektedir. Hemen her işle kendisinin ilgilenmesi, sürekli uzun yurt gezilerine çıkması, halkın sorunlarına ve örgütlenmesine birinci elden önem vermesi, halkevlerini açması, köy enstitülerine yönelmesi ve devrimi ısrarla gençliğe emanet etmesi; devrimi yaşatmak için güvenilir devrimci kadroların yaratılmasına ve devrim ilkelerinin halka mal edilmesine yönelik girişimlerdi. Hastalığının en ağır dönemlerinde Ali Fuat Cebesoya, ..bizde hiçbir şeyin yataktan yönetilemeyeceğini bilirsiniz. Devlet işlerine mutlaka müdahale edebilecek bir durumda olmalıyım. Mutlaka İşin başına geçmek gerek demesi 33, devrimi koruyacak kadro eksikliğini bilmesindendir.
Devrim önderi olarak ******, yaşarken bile engellemelerle karşılaşmıştır. Devrimci kararlılık ve ideolojik düzey olarak en yakın çalışma arkadaşından bile çok ilerdedir. Bunun farkındadır ve bu nedenle az zamanda çok şey yapma peşindedir. Hiç durmaz, sürekli çalışır.
En son Kemalist_Devrimci tarafından Çarş. Ağus. 05, 2009 3:20 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Kemalist_Devrimci
Mesaj Sayısı : 339 Kayıt tarihi : 04/08/09 Nerden : Kocaeli
| Konu: Geri: ****** döneminde Cumhuriyet Halk Partisi Salı Ağus. 04, 2009 8:39 pm | |
| Yaptığı her şey sonuçta, kendinden sonra devrimi koruyabilecek nitelikte insan yetiştirilmesine ve halkın devrim ilkeleri doğrultusunda örgütlenmesine bağlıdır. Geleceği temsil eden gençliğe bu nedenle çok önem verir, devrimin korunmasında onları görevlendirir. Kendisinden sonra yönetime gelecek olanları ve onların niteliğini bilmekte, bu olumsuzluğa karşı sürekli olarak örgütlü önlem almaya çalışmaktadır. Uzun yıllar ******ün yakınında olan Falih Rıfkı Atay, ******ün çevresinde o henüz sağken ona ve yaptıklarına inanmayan kişilerin bulunduğunu, bu kişilerin onun ölümünden sonra CHP merkezi ve Çankaya çevresini sardığını söyler ve siyasi nüfuza sahip bu kişilerin Kemalizmin ve laisizmin programdan çıkarılmasını istediklerini açıklar.34
******, eriştiği düşünsel düzey ve ulusal bilinç nedeniyle tam olarak yalnızdır. Aydın ya da devlet adamı olarak en yakınında olanlar bile çok geridedir. Bu nedenle tüketici bir yalnızlık içindedir. Çektiği yalnızlığı, halkın sorunlarını çözemediğinde duyduğu üzüntüyü açıkça dile getirir. Deprem nedeniyle çıktığı bir Anadolu gezisinde Salih Bozoka şunları söyler: Hiç bitmiyor ki. Anadolu yanıp yıkılıyor. Devletin parası yok, halk perişan. Herkes benden bir şeyler istiyor; herkes benim herşeyi yapacağıma, yapabileceğime inanıyor. Ben çaresiz kalıyorum, üzülüyorum, yüreğim yanıyor.. Bütün hayatımda hep yalnız; okulda, cephede, mecliste hep yalnız.. Şikayet edilen sofralarda, arkadaşlarımın yanında, o kalabalıklarda hep yalnız../35 Hasankale depremi nedeniyle geldiği Erzurumda Hasan Rıza Soyaka şunları söyler: ..
Bu yükü çekmek çok zor. Herkes herşeyi benden bekliyor. Her-şeyi yapabilirim, düzeltebilirim sanıyor. Oysa ben neyim? Benim iktidar gücüm neye yarar? İşte bu yetmezlik, bu çaresizlik beni öldürüyor..36
Duyulan yalnızlık, girişilen büyük işin gerekli kıldığı nitelikli insan yetersizliğine dayanmaktadır. Devrimin tüm yükü düşünsel ve eylemsel olarak onun Üzerindedir. Hemen her işle ilgilenmek ve sonuca ulaşmak için yapılanları izlemek zorundadır. Bu zorunluluk belki de en çok, politik ilişkileri kapsayan parti çalışmaları için gereklidir. Cumhuriyet Halk Partisinin üst organlarında görev alanlar, genel olarak parti çalışmalarında deneyimi olmayan, politik bilinçten yoksun kimselerdir. İktidar nimetlerinden yararlanmak isteyen pek çok çıkarcı, partiye dolmuştur. ******ün tüm çabasına karşın, gizli-açık karşı koymalar ya da bilinçli-bilinçsiz yanlışlıklar yapılmaktadır. ****** herşeye her zaman yetişememektedir.
******ün, Müdafaa-i Hukuk örgütlerinden Birinci Meclise, oradan Halk Fırkastna dek sürdürdüğü temel politika, halkın örgütlenerek siyasi etkinliğe dolaysız katılmasına dayanır. Ancak, 1935 Kongresine doğru, halka uzak, seçkinci bir anlayış partide yayılmaya başlar. Oysa ******, partiyi halkın partisi, devleti de halkın devleti yapmayı, politik mücadelenin en başına koymuş ve bunu gerçekleştirmek için çok uğraşmıştı. Yönetim işlerinde seçkinciliği reddetmiş, halkın yönetime katılmasına büyük önem vermişti. 2 Şubat 1923te İzmirde yaptığı söyleşide halkın, her ne ad altında olursa olsun, şunun ya da bunun peşinden gitmemesi ni, yalnızca kendi programım izlemesi ni söyler ve bu konudaki görüşlerini şöyle tamamlar: Bunu sağlamak için (halkın kendi programını belirlemesi için y.n.) mümkün olsaydı bütün vatandaşları bir araya toplamayı, hiç olmazsa bütün uzman kişileri bir araya toplamayı, onlarla büyük bir kongre halinde görüşmeyi ve programı böyle oluşturmayı çok isterdim..37
******, halkın siyasete katılmasının, kendisinin ve ulusun geleceği için şart olduğunu, her yerde ve her zaman söyledi, yazılar yazdı ve bu yönde yoğun çaba harcadı. Halk Fırkasının kuruluşundan bir yıl sonra 1924te Trabzonda, Halk Fırkasını yaratan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin, bütün milleti kadrosu içine alarak onu kuvvet ve kudret yapan kutsal bir örgüt olduğunu açıkladı ve Halk Fırkası, hiçbir boş söze değer vermeyerek Türk Cumhuriyetini kuran devrimci ruhun bütün millette belirip şekillenme sidir dedi.38 1925te Akhisarda, Halk Fırkasının kadrosu bütün millet fertleridir. Bu gerçeği anlamayanlar henüz beyinlerini düşünmeye alıştıramayan bahtsızlardır açıklamasını yaptı.39
******, halkın siyasi örgütlülüğüne ve katılımcılığa bu denli önem vermesine karşın, 1935e doğru Cumhuriyet Halk Fırkasında., buna uygun düşmeyen gelişmeler ortaya çıkacaktır. Parti Genel Sekreteri Recep Peker, rejim ve parti ile ilgili olarak Adliye Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek ile görüşüp, Başbakan İsmet İnönü7ün onayını alarak bir öneri geliştirir. Öneriye göre, Cumhuriyet Halk Fırkası, en tepede yer alan ve yüksek yetkilerle donatılan bir üçlü (triumvira) tarafından yönetilecektir. Önerinin sahibi Pekerin kafasındaki bu üç kişi, olasıdır ki ******, İnönü ve kendisidir. İnönü, taslağı okuyup imzalamıştır. Onayını almak için taslak ******e götürüldüğünde sert bir tepkiyle karşılaşılır.
****** saçmalık diyerek böyle bir önerinin yapılabilmiş olmasına sinirlenmiş ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyaka şunları söylemiştir: İnanılmaz şey. Ben ülkeyi halâ tek parti ile yönetmek zorunda kaldığım için utanıyorum, bazı arkadaşlar bu hali devamlı kılmak istiyor. İtalya seyahatinden dönen partimizin Genel Sekreteri (Recep Peker y.n.) bana verdiği raporda, bize de orada gördüğü ve incelediği Faşist Partiden esinlenen önerilerde bulunuyor. Recepin bu saçmalıklarını İsmet yeniden okusun 40
Recep Peker, üçlü yönetim önerisinden bir yıl sonra 1936da, İsmet İnönü ise iki yıl sonra 1937de, ****** tarafından görevlerinden alınacaklardır. Yalçın Kaya, Köy Enstitüleri adlı yapıtında, Recep Peker ve İsmet İnönüün bu girişiminin, halkçı fırka anlayışının terkedilerek aşırt bürokratik merkeziyetçi parti anlayışına yonelinmesi olduğunu söyler.411930Iarda tek parti döneminde, parti yönetiminin üç kişilik bir kurula bırakılması, öneri düzeyinde bile olsa büyük tepki görmüştü. Oysa şimdi, partileri üç değil, yalnızca genel başkan yani tek kişi, üstelik sınırsız bir özgürlük içinde yönetiyor. İlginçtir ki, 1930lar CHPsini diktatörlükle suçlayanlar, günümüz partilerini demokratik buluyorlar ve bunu açıklamaktan da çekinmiyorlar.
******ün, Recep Peker ve İsmet İnönüün parti yönetimi ile ilgili yönelişinden duyduğu rahatsızlık kalıcı oldu ve bunu her fırsatta dile getirdi. Dördüncü Kongre ile ilgili yazışmalarda, bilinçli ve özenli bir tutumla Cumhuriyet Halk Partisi adını kullanmıyor, sürekli bir biçimde partim sözcüğünü kullanıyordu. Durum fark edilip kendisine yöneltilen, Cumhuriyet Halk Partisi yerine neden sürekli partim diyorsunuz? sorusuna şu yanıtı vermişti: Cumhuriyet Halk Partisinin benden sonra, sonuna kadar partim olarak kalacağım nereden bileyim.42
******, parti despotluğuna dönüşebilecek eğilimleri önlemek için parti çalışmalarına daha çok zaman ayırmaya ve daha dikkatli davranmaya başladı. Parti yönetimlerinde yer alan insanların niteliğini biliyordu. Onları, işlerine karışmayarak ama uzaktan denetleyerek yetiştirmeye, inisiyatif sahibi olmalarını sağlamaya çalıştı. Parti işlerine çok önem veriyor, Cumhurbaşkanlığını bırakabileceğini ancak, parti başkanlığından vazgeçmeyeceğini belirtiyordu. | |
| | | | ****** döneminde Cumhuriyet Halk Partisi | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| En son konular | » KEMALİZMİN İKTİSADİ MODELİ tarafından Kemalist_Devrimci C.tesi Mayıs 15, 2010 11:26 pm
» Fidel Castro: Ciddi Obama tarafından FKA Perş. Eyl. 24, 2009 12:52 pm
» Bolivya çocuk emeğini yasaklıyor tarafından FKA Çarş. Eyl. 23, 2009 2:10 pm
» Başkan Manuel Zelaya Honduras'ta tarafından FKA Çarş. Eyl. 23, 2009 1:51 pm
» Mim Noktası tarafından Kemalist_Devrimci Ptsi Eyl. 07, 2009 1:39 pm
» 'Onaltı Adımda Demokrasi' (!)... tarafından Kemalist_Devrimci Ptsi Eyl. 07, 2009 1:38 pm
» Tutukevi Günlüğünden tarafından Kemalist_Devrimci Paz Eyl. 06, 2009 2:09 pm
» Ya Türkiye’de Ordu Laik Olmasaydı? tarafından Kemalist_Devrimci Paz Eyl. 06, 2009 2:07 pm
» Hem Öfke, Hem Kahır, Hem Utanç!.. tarafından Kemalist_Devrimci Paz Eyl. 06, 2009 2:02 pm
|
|